Yayınlanma Tarihi: 17 Şubat 2021 — okunma
Bakmayın siz onlara Çiftetaş denildiğinde. Onlar var olduğu günden beri tek başlarına.
Bir şehri tanıtırken, en çok bilinen özellikleri anlatılır önce. Daha sonra hafızada ne kalmışsa o dillendirilir. Hatta bazı şeyler hiç konu edilmez. Belki “Çiftetaş” da bunlardan biri.
Yan yana iki adacık. Ada dedikse coğrafi olarak tanımı bu. Çünkü denizin içindeler ve her tarafı sularla kaplı kayalıklardan yani. Üzerinde yürümek bile zor. Biri diğerine göre daha büyük. Ama kimse tek tek isimlendirmemiş. İkisine birden “Çiftetaş” denilmiş ve çıkılmış işin içinden.
Neyse biz dönelim onlara. Şehre yeni gelenlere önce kale gezdirilir. Zaten gelenler, gelmeden önce bilir kalenin varlığını. Sonra tarihe mâl olmuş diğer yapılar gösterilir. Çeşmeler, tarihi binalar vs. hepsi de kayıtlara geçmiştir. Rehber eşliğinde gösterilir gelenlere. Kimse denizdeki adalardan, adacılardan bahsetmez.
Tirebolu’da öyle büyük adalar yok. Zaten Karadeniz adalar bakımından zengin sayılmaz. Saysan bir elin parmakları kadar ada ancak vardır Karadeniz’de. Onlarda da yabani bir hayat vardır. İnsan yaşamaz yani.
Olsun! Biz o küçücük kayalıkları da adalarımız diye severiz. Mademki bizim şehrimizin denizinde; onların küçük olması cismendir. Bizim gönlümüzde ki yeri ise uçsuz bucaksızdır.
Tirebolu’da Uzuntaş, Kabataş, Giresun Taşı, Kavuklu Taş, Fırın Taşı gibi adacıklar vardır. İşte onlardan biri de Çiftetaş’tır.
İki sırdaştır onalar. Tirebolu’nun Kumyalı mevkiinde, karaya yakın bir yerinde; belki dünya bugünkü halini aldığı günden beri vardır. Yani şehirden ve bölgeden de eski. Sonra insanlar buraları yurt edindiğinde görmüştür onları. Hatta kale bile onlardan sonra yapılmıştır. Bakmayın tanınmış olmasına.
Bu iki arkadaş asırlardır beklemişler burayı. Elbette yerlerini terk etme şansları yok. Yoldan gelen geçenleri seyretmişler çok zaman. Bazen yanlarından geçen balıkçı teknelerin sesiyle uyanmışlar. Balıkçı barınağı yapılmadan önce ufukları daha genişmiş. Şimdi önlerine bir set çekilince betondan sanki bulundukları yere hapsolmuşlar.
Acaba kaç dertli onlara bakarak geçirdi zamanlarını? Kaç hasta yakını onların karşında dertlendi? Kaç sevdalı onlara derdini döktü? “Siz bile iki arkadaşsınız ben hala tekim” diye geçirdi içinden? Kaç garip karşısında hayal kurdu?
Yaz geldiğinde kaç kişi üzerlerine çıkıp atladı? İki kayalık arsında kaç kişi saklandı?
Sahi ne konuşuyorlar aralarında? Bizim bilmediğimiz bir lisanla mı muhabbet ediyorlar? Yalnız olduklarına veya yalnız bırakıldıklarına üzülüyorlar mı?
Mayıs Yedilerinde (20 Mayıs) kaç kayık döndü etrafında? Çok sevindiler mi yalnız kalmadıkları için? Sonra gösteriler bitip gidince insanlar üzüldüler mi?
Çiftetaş… İki tane küçük adacık… Belki iki büyük yürek. Asırlarca hırçın dalgalara maruz kalmadı mı? Asırlarca güneş altında yanmadı mı? Asırlarca insanlar tarafından uzun süreli kullanılmamasına üzülmediler mi? Sadece bayramlarda eğlenip, sonra terk etmediler mi onları? Yani o kendileri küçük, yürekleri büyük iki sırdaşı bir başlarına bırakıp gitmediler mi?
Sahi geceleri korkuyorlar mı? Kaç martı kondu üzerlerine? Kaç âşık medet umdu onlardan?
Söyle Çiftetaş! Size şiir yazıldı mı? Sizi anlattılar mı bir hikâye ve romanda? Kaç Tirebolulu ile sırdaşsın?
Senin şiirini de hikâyeni de yazmak isterim Çiftetaş. Bir daha Ünye’den kalkıp Tirebolu’ya gelirsem, söz sizinle sohbet edeceğim. Sizin şiirinizi yazıp, hikâyeme konu edeceğim. Kusuruma bakma 39 yıl sonra seni hatırladığım için. Zaman dediğin nedir ki? Göz açıp kapana kadar geçiyor. Söz bir daha gelirsem size uğrayacağım.
Şimdilik burada bitireyim yazımı. Siz düşünün biraz. Asırlarca düşündüğünüz gibi. Belki bana anlatacaklarınız vardır. Laf aramızda benim de size anlatacağım çok şey var. Anlıyorsunuz değil mi?
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.