son haberler

Hayatın İçinden

Yayınlanma Tarihi: 15 Nisan 2016 okunma

Semra YİĞİT smryigit@gmail.com

Mevsimler her ne kadar eskisi gibi olmasa da yine de geliyor bahar, yine de geliyor yaz. Doğa yeniden canlanıyor ve kuşlar bir başka ötüyor bu mevsimlerde. Fındık bahçelerinde dolanırken “Yine yeşillendi fındık dalları” türküsünü hatırlarım hep. Fındık yapraklarının bu ilk harikulade yeşili gerçekten de görülmeye değerdir. Dağ tepe düzlük her bahar bu müthiş güzellikteki yeşile boyanır. Bilmem ki nasıl anlatmalı bu yeşili, göremeyenlere?.. Açık yeşilin biraz daha açığını ve fosforluymuş gibi parıldayanını getirin gözünüzün önüne. İşte bunun gibi bir şey sözünü ettiğim bahçeler dolusu yaprak görüntüsü. Sonrasında koyulaşıyor tabii bu yapraklar.

Başka yeşiller de var kuşkusuz doğada. Ve tüm bu yeşil tonlarının arasında beyaz, pembe çiçeklere bürünmüş ağaçlar incilerle, pırlantalarla süslenmiş gibi ışıl ışıl dururlar. Öte yandan rengârenk, envai çeşit çiçekle kaplanır toprak ve hiç duymadığım türden kuş ötüşleri doldurur havayı. Bu kuşların mutlaka biliyorumdur adlarını. Ne yazık ki ötüşlerini tanımıyorum. Doğayı kitaplardan okuyarak öğrenmiş olmak ne kötü… ve insanın en büyük, en yaşamsal hatasıdır bence topraktan uzaklaşması.

Köylerdeki güzellikte olmasa da şehre de geliyor elbet bahar. Fakat pırıl pırıl parlayan güneşe rağmen buz gibi soğuk hava. Üstelik bir de grip olunca insan, daha da çok üşüyor besbelli. Meteorolojide hani bir ‘hava sıcaklığı’ ve bir de ‘hissedilen hava sıcaklığı’ vardır ya, benimki de işte o hesap. İyice sarınıyorum kabanıma. Tam bahara kavuşmuşken bu grip de nereden çıktı diyecektim ki baharın zaten hastalık mevsimi olduğunu hatırlıyorum. Belki sizler de benim gibi, çocukken duymuşsunuzdur büyüklerinizden yaşlı hastalar için hep “Yaza bir çıksa gerisi kolay…” denildiğini.

Sokağa adım atar atmaz sağ yanımızdaki badal sokaktan gelmekte olan bir teyzeyi görüyorum. Başı yukarılarda metruk evleri, yeni binaları gözden geçiriyor. Beni görünce şöyle bir dikkatle bakıp “Selamünaleyküm kızım” diyor. Aslında yaşlıların böyle etrafı izleyerek yürümeleri buralarda sık rastladığım bir durum. Fakat bu teyzenin çok farklı bir havası var. Yaşlı olmasına rağmen tuhaf bir gençlik seziyorum tavrında, tutumunda. Ve selamı, içtenliğin yanı sıra sağlam, güçlü bir karakterin izlerini taşıyor.

“Selamünaleyküm kızım.” Ünye’ye gelmeden önce bu selamlaşma biçimini hep orta yaşlı ve yaşlı erkek köylülere yakıştırırdım. Ama şimdi biliyorum ki burada dini kültüre sıkı sıkıya bağlı yaşayan genç ya da yaşlı kadınlar da kullanıyorlar bu selamlama sözünü. “Aleykümselam teyze!” diyorum. Acelem var ya, hızla geçip gitmek taraftarıyım aslında. Ancak yapamıyorum. Teyze bir başlıyor konuşmaya ona kıyamıyorum. Lafının sonu bir türlü gelmiyor ama. Saygısızlık etmemek için lafını da bölemiyorum. Çaresiz, adımlarımı onun adımlarına uyduruyorum.

Köyde ya da kentte olsun, okumuş ya da okumamış olsun bütün yaşlılar gibi o da -kim olursa olsun- birileriyle konuşmak ihtiyacında. Gönüllü teslim oluyorum teyzeye. O ise başı gene yukarılarda, bir yandan konuşurken bir yandan da evleri gözden geçirmeye devam ediyor. “Her yer bina oldu” diyor, “herkesin altında araba var. Böyle yüksek binalar hiç yoktu eskiden. En fazla iki üç katlı evler vardı. Halbuki n’olucak? Ne götüreceksin öbür tarafa? Bir güler yüz yeter insana”. “Ah teyzeciğim onu bir anlasalar her şey daha güzel olacak ama…”

Burada çok sayıda lise, üniversite mezunu kadın ve erkek hâlâ, “geliyom, gidiyom, yapıyom, ediyom” diye konuşurken zayıf, incecik yüzü susuzluktan çatlamış toprak gibi görünen teyzenin düzgün Türkçesi şaşırtıyor beni. Bunun kaynağını sorup öğrenmeli. Nasıl hitap etmem gerektiğini düşünüyorum önce. Siz diye hitap etsem, biliyorum hoşlanmaz, soğuk ve kendisine yabancı bulur. Sen diye hitap etsem yine biliyorum saygısızlık ettiğimi düşünmez, samimi, yakın görür. “Buralı mısın teyzeciğim?” “Buralıyım ya. Ben seksen beş yaşındayım. Altmış beş senedir buradayım.” İlk yirmi yılı nerede geçti acaba? Sormuyorum. Buralıyım dediğine göre buralı hissediyordur kendisini. Nasıl sevimli, nasıl sıcak, içten, insanı kendisine çeken bir bakışı var. “Maşallah teyzeciğim, çok sağlıklı görünüyorsun.” “Sağlıklıyım kızım, sağlıklıyım çok şükür. Hiçbir şikâyetim yok. Biraz tansiyonum çıkıyor son zamanlarda o kadar.” “Neden? Bir şey mi oldu?” “Üzülüyorum kızım, çocuklara çok üzülüyorum. Ondan çıktı tansiyonum.” Çok merak ediyorum, acaba üzüldüğü kendi çocukları mı yoksa televizyon kanallarında her gün ardı arkası kesilmeyen ölüm haberlerini aldığımız ülke çocukları mı? Eğer kendi çocuklarıysa üzüldüğü, özeline girmiş olacağım için sorumun devamını getirmiyorum.

Yürüye yürüye şimdilerde sergi salonuna dönüştürülmüş olan tarihi kilisenin önüne geliyoruz. Yine başını kaldırıp kilisenin karşısındaki birkaç katlı binayı gösteriyor. “Bak burası Cemil’in eviydi. Öylece duruyor. Hiçbir şey yapmamışlar. Sahipsiz. Elbise dükkânı vardı onun.” Çok hüzünlendiğini fark ediyorum. Sonrasında konuşmaya devam ediyor, “Ah kızım ahir zamandayız” diyor. “Öyle mi diyorsun teyzeciğim?” “Öyle öyle. Büyüklerimiz hep söylerlerdi eskiden, bina ile zina çoğalacak, aynı binada oturan insanlar birbirlerini tanımayacak, derlerdi. Bak şimdi öyle, aynı onların dedikleri gibi.”

Benim hiçbir şey sormama gerek kalmadan biteviye anlatıyor. “Topallıyorum görüyor musun? Çakı gibiydim, sonradan oldu bu, önce yoktu.” Topalladığını fark etmemişim. Yürüyüşünü yaşlılığına bağlamışım meğer. “N’oldu teyzeciğim?” “Araba çarptı.” Başını kaldırıp yolun sağ yanındaki inşaatı gösteriyor ve devam ediyor. “Bizim oralarda da böyle büyük binalar yaptılar. Sıva yapıyorlardı. Ben de şöyle bakıp ‘İnşaat yapmak ne kadar zor, nasıl yapıyorlar bunu böyle’ diye düşünürken birden baktım yerdeyim. Araba çarpmış bana.” “Eeee, sonra?” “Çocuk arabadan indi geldi. Genç bir çocuk. Nereden bilsin şoförlüğü, çarptı işte.” “Doğru söylüyorsun teyzeciğim, herkes şoför oldu, herkes araba kullanıyor, şartmış gibi. Peki gittin mi doktora?” “Gittim gittim, gitmez miyim? Üç dört kere gittim. Dizim ağrıyor. Orada bir şey olmuş. Araba çarptığı zaman yoktu, sonradan çıktı.” “O gün hemen gitmedin mi doktora?” “Yok gitmedim. Çocuk götüreyim dedi ama gitmedim. O zaman bir şeyim yoktu. Sen ne tarafa gidiyorsun?” “Ben köylü pazarına gidiyorum teyzeciğim, sen nereye gidiyorsun?” “Ben de oraya gidiyorum. Kızım oturuyor orada. Biraz onun yanında otururum, bir de dayımın kızı var orada, biraz da ona uğrarım. Sonra da eve dönerim.” “Pazardan alışveriş yapmazsın değil mi teyzeciğim, taşıman zor olur çünkü.” “Yok yapmam. Ben perşembe pazarından alıyorum. Eve yakın.”

Bu arada pazara vardık. “Hakkını helal et kızım, hadi sana iyi günler!” dedi teyzem. “Helal olsun teyzeciğim, sen de hakkını helal et!” diye cevapladım onu. Her zaman alışveriş yaptığım köylü kadınların dikkatini çekmiş olacak ki sohbetimiz, beni sorguya çektiler: “Teyzeyi nereden tanıyorsun?”

Tam alışverişe başlamıştım ki kolumdan biri tuttu. Baktım ki teyze geri dönmüş. “Biliyor musun kızım” dedi, “çocukların ve yaşlıların başını şöyle bir okşayan, onlara sevgi gösteren cennetlikmiş.” Gülerek sarıldım teyzeme. “Ah teyzeciğim, sen çok tatlısın ama. Seni sevmemek mümkün değil ki zaten.” “Evet, beni hep de severler, sağ olsunlar.” “Eminim öyledir, sevmezler mi, severler tabii!” Öylece sevgi dolu, mutlu ayrılırken birbirimizden hemen yanı başımdaki tezgâhtan satıcının bir müşteriyi uyaran sesi yükseldi. “Sıkma abla, sıkma! Canından bezdirdin salatayı! Sonra öbür ablalar beğenmiyorlar!” Kendimi tutamayıp gülüyorum. Her ne kadar gülüşümü göstermemeye çalışsam da yakalanmışım meğer. Satıcı bu defa bana dönüp, “Öyle değil mi abla, haksızsam sen söyle!” derken eliyle de tarif ediyor: “Böööyyle parmağıyla bastırıp iyice eziyor.”

Güzel ülkemin çok fazla sayıda kötü insanı varsa da bir o kadar da iyi, güzel insanı var ve bu insanlar bu kadar zulmü, bu kadar acıyı doğrusu hiç hak etmiyorlar.

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Her Şey Tatsız Tuzsuz

5 Mart 2020 okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve... Devamını Oku

Yol, Yolculuk, Bir Avuç İnsan ve Einstein

30 Kasım 2018 okunma
“Alıp başımı gitmek. Atsız arabasız/ Alıp başımı düşlerin çıkmazından/ Karışmak taşa toprağa. Yolculuk…” (Rıfat Ilgaz) Oldum olası severim yolculukları; en çok da otobüs yolculuklarını… Hızla geriye akan manzarayı seyrederken düşüncelere... Devamını Oku

Hüzün, Melankoli ve Şiir

12 Aralık 2017 okunma
Son zamanlarda bir garip hüzün dalgası arada bir yoklayıp duruyor beni. Bu da neyin nesi? Nereden çıktı şimdi bu hüzün? Tüm olumsuzluklara rağmen kendimi bile hayrete düşürecek kadar umut dolu değil miyim ben?.. Françoise Sagan’ın bir çırpıda okunuveren o... Devamını Oku

Bir Şenay Varmış… Meğer Hayalmiş

10 Mayıs 2017 okunma
“Nedir acelesi ecelin? Daha bitmeden yaşama sevincim.” (Halide Edip Adıvar) Benim dünyalar güzeli melek kardeşim, senin hakkında yazacağım nereden gelsin aklıma. İnsan bu kadar iyi, bu kadar güzel, bu kadar hayat dolu olur da, hiç bu kadar yakın durur mu... Devamını Oku

Özlem

1 Aralık 2016 okunma
En yakıcı duygulardan biridir özlem. Kimi için sıla, kimi için sevgili; kimine göre çocuk, kimine göre ana-baba-kardeştir. Şarkılar onu söyler, şiirler onu haykırır. Özlemi yazar öyküler, tablolar onu resmeder. Özlem değer vermektir, sevmektir özünde.... Devamını Oku

Sahi, Öğretmenlere Ne Oldu Böyle?..

3 Mart 2016 okunma
Belediye hoparlörünün tiz, gıcırtılı sesi ortalığı kaplıyor. Kadın görevli, bir konferansın anonsunu yapıyor: “Ahir Zamanda Kadın konulu konferans bugün…” Doğru mu duydum acaba? Ahir zamanda mı dedi? Neyse ki anons ikinci kez tekrarlanıyor. Pür... Devamını Oku

Arkadaşımın Mektubuna Cevap (3)

10 Şubat 2016 okunma
10 Şubat 2016 Canım Arkadaşım, Biliyorum, cevabım epeyce gecikti. Fırsat bulup yazamadım bir türlü. Kusura bakma n’olur. Yazın ortalarına doğru almışım son mektubunu. Okullar tatildeyken yani. Kıskançlık konusunda kalmışız. Düşüncelerine katılıyorum... Devamını Oku

Biri Bana Bunları Açıklayabilir mi?..

7 Ocak 2016 okunma
Karın bembeyaz aydınlığı salonun her tarafına yayılıyor. En kuytu köşeler bile ışık içinde. Yumuşacık, lapa lapa yağan karı seyrediyorum camdan. Uzun zamandır bu kadar yoğun bir kar yağışı görmemiştim. Kalınlığı en az elli santimetreyi buldu.... Devamını Oku

Arkadaşımdan Mektup Var (3)

9 Temmuz 2015 okunma
Sevgili Semra, Her şey yolunda mı, iyi miyim, kötü müyüm, inan ki ben de bilmiyorum. Hayatım birden bire değişti. Şahin yurtdışına gidiyor… gitmek zorunda. Aniden ortaya çıkan bu duruma uyum sağlayamadım henüz. Duygularım bir o yana bir bu yana gidip... Devamını Oku

Gerçekleştirmek ve Emin Olmak

2 Temmuz 2015 okunma
Türkçede uzun bir süre, bir ‘gerçekleştirmek’ furyası aldı başını yürüdü. Artık hiçbir şeyi ‘yapmıyor’ ‘gerçekleştiriyor’duk; artık hiçbir şey ‘meydana gelmiyor’, ‘olmuyor’ ‘gerçekleşiyor’du. Sanki Türkçeden ‘yapmak’,... Devamını Oku