Yayınlanma Tarihi: 5 Mart 2020 — okunma
Benim deniz kokulu, yosun kokulu, ıhlamur kokulu kentim. Güneşli umutlarım, gri hüzünlerim, zifiri karanlık korkularım… Yağmur gibi yağan sevinçlerim, öksüz kederlerim ve dindirilemez öfkelerim… En derin, en acımasız terk edilmişliklere seninle direndik ve en güzel özlemleri birlikte düşledik. En huzurlu evim, en güvenli limanım, en cömert bereketim… Benim güzel, deniz kokulu, yeşil kokulu, iğde kokulu kentim.
Tepemde pırıl pırıl mart güneşi. Dalgaların gürül gürül hışırtısı, martıların çığlıkları, bir de o kapkaranlık düşüncelerim ve ben… Yürüyorum. Dünyadan soyutlanmış gibi hissediyorum. İçimde dalgalarla birlikte kabarıp inen katlanılması zor bir iç sıkıntısı, bir bunaltı. Oysa baharı müjdelemiyor mu her şey, kuşlar böcekler çiçekler?..
Günlerdir bu iç sıkıntısıyla, bu bunaltıyla dolanıp duruyorum anlamsızca. Kafamın içi feryat figan, mahşer yeri. Derin düşünceler içindeyim desem… yok, bu düşünmek de değil. Bu, bozulmuş bir ruh hali. Nasıl anlatsam, ağır bir hüzün, kopkoyu bir keder, bir hiçlik boşluk duygusu. Ve bütün bunların hepsi, güçlü bir anafor oluşturmuş derinlerine, daha derinlerine, en derinlerine savurup duruyor benliğimi. Bir dipte buluyorum kendimi bir tepede. Orhan Veli’nin dediği gibi “tarifsiz kederler içindeyim”. İyi ama neyin kederi ki bu?..
Öylesine saçma sapan, öylesine akıldan, mantıktan, bilimden, bilgiden; haktan, hukuktan, adaletten, nezaketten; saygıdan, sevgiden, görgüden uzak; öylesine dipsiz karanlık günler yaşıyoruz ki allak bullak oldu her şeyimiz, tüm benliğimiz, tüm yaşamımız. Bu duygunun yalnızca bana özgü olduğunu sanmıyorum, genel bir duygu durumu bu. O kadar şirazesinden çıktı ki her şey, kahkahalarla gülebilir de insan hüngür hüngür ağlayabilir de.
Böylesi bir belirsizlik, kaos, kan, şiddet, ölüm sarmalında başka türlü hissetmek mümkün mü? Laf değil, hakikaten insanlar yaşama sevinçlerini yitirdiler. Hiçbir şey düşünemez, hesaplayamaz oldular. Hiç kimse bir adım ötesini göremiyor. Yaşamlarına son veren gençler, batan şirketler, işsiz kalan yığınla insan… Ve daha şimdi, az önce buranın en eski, aradığınız her şeyi bulabildiğiniz, -benim açımdan bakıldığında İstanbul’u aratmayan- en bilinen, en gözde marketinin kapandığını öğrendim. Bu bile başlı başına çok üzücü. Yürütemiyorduk artık, demişler, daha fazla dayanamadık.
Gençler bir toplumun en dinamik gücü değil midir? Gençlik, gelecek demek değil midir? Oysa şimdi ‘gelecek’, sadece sözlüklerde kalmış bir sözcük. Gençler ise genç olmaktan mutsuz, yorgun, durgun, huzursuz, kırılgan ve hatta hayattan çoktaan bezmiş durumdalar. Belki de hiç bu kadar kötü olmamıştı gençlerin durumu bu ülkede. Yoksulluk, yoksunluk aşılabilir ama ya umutsuzluk? Umut yoksa hayat da yoktur.
Her şey tatsız tuzsuz. Bu topraklarda insan olmak herhalde hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti ve insan onuru hiç bu kadar aşağılanmamıştı.
Hep söylendiği gibi, bu ülke, bu halk bütün bunları hak etmiyor, hem de hiç.