Yayınlanma Tarihi: 1 Şubat 2019 — okunma
Bizin nesil ortaokula okula giderken şapka takma mecburiyeti vardı. Bu kılık kıyafet kanunun bir yansıması ve devamı olarak; ayrıca resmi okul kıyafetinin de bir parçasıydı.
Sabah takı elbisemizi giyer, iskarpin denilen ayakkabıyı temizler, tırnaklar bir güzel kesilir ve temizlenir sonra okulun yolu tutulurdu.
Sarı, beyaz, kırmızı veya çok dikkat çekici renk olmaması kaydıyla takım elbisenin belli bir renk mecburiyeti yoktu. Yani herkesin “kasket”i aynı renkti ama diğer kıyafetler tercihe bağlıydı.
Büyüklerimiz fakirlikten kalma bir alışkanlığın verdiği “tedbir” ile “Seneye de giyer” diye elbiseler ve ayakkabılar bir numara büyük alınırdı. Sadece kızlar aynı beden alır, bir sene sonra etekler kendiliğinden kısalınca “Ne yapalım çocuk büyüdü. Bari bunu eskitene kadar giysin” açıklaması yapılırdı. Bu açıklama en çok anne tarafından olurdu.
Kızlar yeni elbise alsalar vücut ölçülerine göre olacağından elbiselerinin eskidiğini söylemezlerdi. Eteklerini çekiştire çekiştire evden çıkarlar belli bir zaman sonra bu “çekiştirme” işi sona ererdi.
Kış günleri hariç, okulun paydos saatinin dışında akşama daha çok vakit kalırdı. Bir bu vakitlerde “Çift kale” dediğimiz futbol maçları yapardık. Çünkü kısa vakitlerde “Tek kale futbol maçı” da yapılırdı.
Tek kale maçları vakit geçirmek veya eğlenmek içindi. Yarışmacı bir özelliği yoktu. Ancak çif kale maçları bayağı çekişmeli olurdu.
O zamanlar bulunduğumuz yerde kale direkleri olmadığından kaleler taş ile belli olurdu. İki taş arasını adımlar mesafeyi öyle tayin ederdik. Sırf bu yüzden bazı kararlar tartışmalı olurdu. Tam taş hizasından sahayı terk eden topa kaleci “Taş üstü geçti aut” derken; topa vuran oyuncu “Bir karış içeriden geçti, gol” derdi.
Bu tartışma uzar giderdi. Aynı durum iki kere olunca biri gol, diğeri aut sayılırdı. Tabii bu da büyük tartışmaların sonucunda.
Bir keresinde beni kaleye geçirmişlerdi. Bulunduğumuz yerde kale yapacak kadar taş bulamadık. Zaman mühimdi. Ben başımdaki okul kasketini kale taşı olsun diye bir tarafa bıraktım. Böylece bizim kale kaskettendi.
Maç başladı. Ne kadar sürdü bilmem ama karşı takım arkadaşlarından birinin çektiği şut kale işareti olan şapkaya vurdu ve şapka kısa süre havalandı. En sonunda bir yerde durdu. Anacak topun şiddeti ile biraz hırpalandı. Bu arada şapkanın “şerit”i kopmuş, önündeki “Ay-yıldız” da parçalanmıştı.
Şapkanın tamiri olmuyordu. Zar zor kırık metali dikerek görülecek hale getirdik. Yen şapka almak o zamanlar için çok külfetli ve de çok zaman isteyen bir şeydi. Çünkü şehre uzaklık 20 km idi ve hafta bir dolmuş kalkıyordu.
Aradan çok geçmedi şapka mecburiyeti kaldırıldı. Zaten etrafta kale taşı yapılacak kadar taş bulunuyordu. Zaman ilerleyince üstünde iki ağaçtan direk yapıp üzerine ip çektik. Böylece kimsenin şapkasına bir zarar gelmedi.
Artık günümüzde kafaya şap takmaya lüzum yok. Kafaya takılacak o kadar çok şey var ki.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.