Yayınlanma Tarihi: 16 Aralık 2016 — okunma
Thales, doğa olaylarını olağanüstü güçle değil de, doğal güçlere kendi gözlemlerine dayanarak açıklamaya çalışmıştır.Doğayı oluşturan ana maddenin “su” olduğunu açıklamıştır. İnsan kendi aklını ve gözlemlerini kullanarak, var olan her şeyi sorgulayarak, en nadide ve en değerli ürünü olan felsefeyi ortaya çıkartmıştır. İnsanın anlama ve gerçeği görme ihtiyacını karşılamaya yönelik bir alan olan felsefe birçok sorunun arasında; “insanın mutlu, iyi ve erdemli bir yaşam sürmesi neye bağlıdır?”sorusuna da cevap bulmaya çalışır.
Biz de kendi hayat pınarımızda yetişen nadide (az görülen, değerli ), görüldüğünde herkesi mutlu eden, en azından gülümseten bir çiçek olan nilüfere benzettiğimiz Seçkin’in üç gün içinde solup gitmesi üzerine yaşadığımız şaşkınlık ve üzüntü ile bir kez daha hatırladık nilüferleri. Sorguladık bir kez daha var oluş nedenlerimizi, ölümü ve hayatın ne demek olduğunu içten içe… Hastalık, kaza, yaşlılık,savaş olmadan da her insan, her an ölebilir.Dünya durağından her an ayrılabilir.Zor oluyor insanın kendisinden küçükleri yolcu etmesi “o bilmez diyara”. Bilim olmasına rağmen felsefe hala soruyor bu soruların cevabını, sorguluyor ve hatta tartışıyor.
Ruh ölümsüz müdür?
Evrenin bir kaderi var mıdır?
İnsan neden yaşamaktadır?
Hayatın bir anlamı ve amacı var mıdır? Felsefe sora dursun sorularını, yeryüzünde ki dinler, peygamberler insanlığa anlatmaya çalışsın var oluş nedenlerimizi. Biz “ne zaman bitecek” diye bilemediğimiz hayat akışımız içinde tökezlerken böyle ani ölümler karşısında bir kez daha kafa karışıklığımıza format atıyoruz. Taze küreklenmiş toprak ile yavaş yavaş kubbeleşmeye başlayan mezar başında ki kalabalık dağılırken, yağmur da mola vermişti bu hüzünlü seremonide ki konserine. Daha önceden kalan jale kristalleri yaprakların üzerinden ışıldarken göğe doğru, minik ışık küreleri olarak uzakta ki kalabalık ayrılmaya başlamıştı küme küme yola doğru. Sessizce yerine getirmişlerdi Seçkin için son görevlerini, hazır mezarın derinliklerine bırakıvermişlerdi toprak kazılmıştı,sonra büyük bir nilüfer demeti gibi bırakılmıştı Seçkin zamanın karanlık akışına.
…bir zamanlar
gözleri ay ışıklı bir kız vardı,
ama bir zamanlardı bu çok zaman önce…
Çok ünlüdür Frank Sinatra’nın “geçmişe bakış ”(Septembey of my years) albümü işte oradan bu şark;ı once upon a time) benim yaş grubumun hatırlayabileceği bu güzel şarkıda ki gibi gözleri ışıl bir bebekti dünkü çocuk seçkin, büyüdü güzeller güzeli bir genç kız oldu evlendi mutlu olamadı.Dünya’nın en tatlı,en neşeli,en muhabbetli ailesi ile uzun yıllar mutlu mesut yaşadı.
Mutlu yaşadı demişken, mutluluk insanın huzur içerisinde ve mutlu olarak yaşayacağı bir düzen var mıdır? Felsefe bir yandan da “mutluluk” türlerini açıklamaya çalışmaktadır. İşte bunlardan sadece bir tanesidir; ”iyi insanlarla birlikteliğin mutluluğu” dur.
William Blake’ nin mutluluk hakkında bir uyarısı vardır.”Harika deneyimlere bağlanmayın, gelip geçici olduklarını unutmayın” var olduğunuz anın, etrafın kıymetini de bilmektir mutluluğun bir çeşidi der şair. Bu metafizik şiirde anlatılmak istenen “tek bir neşeye kendini bağlayan kötülük eden kanatlı hayata” evet hayat kanatlı, uçup gidiyor ama hayatta ki en güçlü kanatlarımızda ailemiz ve çevremizdir.
Seçkin Fatsa’nın Kurtuluş Mahallesi’nde ki sahil evinde dünyalar güzeli bir kız bebek olarak doğduğunda ailesini hatta büyük kalabalık ailesini çok mutlu etmişti…
Güzeller güzeli Tenzile yengemin, yakışıklı Avni dayımın birbirlerine olan aşkları ve neşeleri ile aromalanmış evlerinde muhabbet bol kapıları herkese açık idi. Güler yüzlü samimi akrabalık, insanlık ve dostluk lezzetleri içinde güle oynaya, minik bir prenses gibi yetişmişti kızımız. Yapısı da narin ve çok zarifti. Bizler içinde o mutlu evin çok şık bir biblosu gibiydi. ”İyi insanlarla birlikteliğin mutluluğunu” yaşadık bizler giderek büyüyen bir kalabalıkla birlikte. Seçkin de katıldı bu mutlu kalabalığa güler yüzlü dayılarımın, hem güzel hem anaç yengelerimin sempatik çarkına. Onlarca afacan kuzenimden oluşan bu kalabalık ailemizle ( annem tarafından 20, babam tarafından 26 tane birinci dereceden kuzenlere sahip olan) ben ve diğer kuzenlerim, uzun yıllar ” iyi insanlarla birlikteliğin mutluluğunu yaşadık.”
Çocukların nerdeyse sınırsız özgür olduğu ve yağlı ekmek almaya ya da uyumak için döndükleri evlerinde her zaman huzurla uyuyarak büyüdükleri o güzel mahalle nostaljisinin kahramanlarıydı yakışıklı ve güzel kuzenlerim. Akrabaların eski toplum sosyolojisinde, bu gün nostalji olan bir uygulama daha vardı. ”Aşıklar” denilen şairler diyar diyar gezerek halkın dertlerinin duyurulmasına veya çok acıklı olayların destanlaştırılarak aktarılmasına aracılık ederlerdi. Kars yöresinden bir aşık büyük bir kara sevdayı, Samsun yöresinden bir aşık da köyünde ki yoksulluğu, Ordu yöresinden bir aşık yiğidin vuruluşunu şiirine, satırlarına döktüğü kağıtlarda cüzi miktarla satılırdı. O öyküleri okuyan insanlar empati ile üzülür, dua eder o insanların kaderine ortak olurdu. Öyle bir yeteneğim olsaydı da Seçkin’ imizin destanını yazabilseydim. O biblo gibi güzelliği, naif karakteri, dolu dolu gülüşü ve yaptığı bahtsız evliliği ile yaşadığı mutsuzluklarını anlatabilseydim, uzun edebi bir şiirle. Ancak öyle bir yeteneğim de yok…
İnsanların en büyük eğlencelerinden birisi başkaları ile alay ederek, eğlenmektir.Başkaları üzerinden espri üretip gülmek ve güldürmektir.Seçkin öğle değildi ama hep gülerdi bol gülerdi.Çünkü yüreği ve beyni huzurlu idi, en azından evlenen kadar.Boşandıktan sonra “aile varlığının en güzel örneği ile evlatlarına sahip çıkıp onu bağırlarına basan annesi ve babası ile güzel yuvalarında yeniden devam etti Seçkin mesut mutlu hayatına….
Annesi, babası kardeşleri var olmanın mutluluğunu yaşattılar ve ona. Sosyometri küçük grupların içyapılarını yaklaşma ve uzlaşma derecelerini (sempati, duygudaşlık)ölçen tespit eden bir tekniktir. İşte Ordu ili halkı, Fatsa ve çevre köylerinde ki farklı etnik, din, mezhep kökenli halkı bu köylerden Kabakdağlı. Sekçin’de Kabakdağlı, Gürcü ailesi, Becioğlu da ki sülale adı ile var oldu. Sosyolojik halkanın Fatsa Kurtuluş Mahallesi ahalisi gibi küçük gruplara kadar ayrılmış bir mahalle kültürü içinde büyüdü. Bir çok inceleme alanına sahip, sosyometrik pek çok konuya sahip bu alanda biz çerçeveyi küçültüp sadece Mehmet Niyazi dedemle ve Gülizar’ın torunlarından birisidir. Gülizar ve Mehmet Niyazi’ nin çocukları, Şerafettin, Muzaffer, Ali,Makbule,Nebahat ve Avni en az 150 yıla sığdırılmaya çalışacak bir Kafkas göçü ve bir Gürcü ailesi öyküsünün yaşamlarına şahitlik ettiğim canlı ayaklarıdır.Ağabeyini bu sosyolojik yapının gelişen ve giderek güçleşen kendi içinde de kaosa dönüşen kapitalizmin yarattığı ekonomik iç veya dış bölgelerden rüzgarına kapılıp metropollere sürüklenen nüfusun banliyö yaşamlarını bir sentezi analizini de yapabiliriz seçkin ailesi üzerinden,Karadeniz Bölgesi’nden göçüp giden bir çok aile adına, dünya da ki tüm göç hareketlerinde (türlü kuş,balık, hayvan sürüleri göçlerinde film ve belgeseller hazırlayan insanoğlu, yıllara yayılan ve ayrı ayrı cereyan eden gelişmelerden olsa gerek,insan göçler konusunda daha derin belgeseller üretmelidir göçler konusunda, çünkü anlatılmamış daha bir çok öykü vardır.
Göçün en zor yanlarından birisi de gittiğin, göçtüğün alanda maddi ve manevi uyum çabaları uyum başarısı, geride bırakılan sıla ile bağlantılar, gurbette varlığın devam ettirebilmek ve bu çabanın en güzel ve taze örneğidir Seçkin. Hayat savaşı içerisinde asude, huzurlu, erdemli bir hayat sürdürmeye çalışırken bir yandan insan kalabilmek yorucu ve enerji tüketicisi bir mekanizmadır. Arabesk namelerde bu sosyolojinin talebelerinin ruhlarında ki darbelerinin paylaşılması da göç kültürünün bu sosyolojide müziklerle, sanatla paylaşılan tortulardır. Seçkinimiz de bu sosyoloji de yer almıştı, tüm inancı, etnik kimliği ve inancı ile. Yakından incelediğimizde emeğimize deyecek derinlik, renklilik ve yaşanmışlıklar zenginliğine sahip bir gençtir.
Genç yaşlarına rağmen anaç yengelerimin anneliği, sadece kendi çocukları için geçerli değildir. O dönemlerde bir de sütannelik uygulaması vardır.Süt annelerin, süt evlatlarına olan ilgileri,sevgileri o kadar güçlüdür ki( kendi çocuklarının herkes sever,başka çocuklar da sevebilmek gönül yüceliği ister.) çocukları ile yaşıt akraba,arkadaş,hatta mahalle çocuklarına da sütünü emdirirlerdi.. Sütün emdirilmesi ile bitmeyen bu manevi zenginlik o çocukları ölüme kadar birbirine bağlardı. Sütkardeş yaptığı gibi, o çocukluğun ömür boyu sütannesidir. Bu bir sevgi kalkanıdır, bir koruyucu şemsiyedir. Ölüm gelene kadar kapanmayan ve Seçkin’in bir öz annesi bir de sütannesi vardır. Öz kardeşleri Mehmet Niyazi ve Erkan’dır. Sütannesi de vardır Seçkin’in Bilge yengemdir ve sütkardeşleri de Halit, İsmail ve Zekidir.
Mehmet ve Erkan’dan hariç birçok abisi, Abdullah, Erol, Mustafa, Canan, Cihan, Şener, birçok ablası vardır. Onlarla eş değer komşularını, kahramanlarını, köyünü, annesini, onlardan evlenen diğerleri. Bütün bu zenginliklerin kıymetini bilen, onlarla donanıp daha da güzelleşen Seçkin’in hayatında bir takım çatışmaları da vardır elbet.
Zira devamlı olarak ihtiyaçları arzuları içindeyiz ve bunlar her zaman istediğimiz gibi gerçekleşmemektedir. Eğer tüm arzularımız gerçekleşmiş olsaydı i bizler de hiç ” çatışma” ve “ hayal kırıklığı” yaşamazdık. Seçkin için de her şey tozpembe değildi belki ama gerçekten ona değer veren sıcacık, mutlu bir ailesi vardı ve gerçekten ondan “dostluğundan” başka hiç bir beklentisi olmayan gerçek dostları vardı. Ve ardından onu gerçekten çok seven kocaman yürekli kuzenleri, yeğenleri, akrabaları, tanışlar ordusu vardı. Yaşam içinde ki mücadelede gelecek ile ilgili olabilir insanların. Bu kaygıları azaltmak, karşılaşılan sorunları görmek yönünden herkesin kendince tedbirleri olabilir. Ama hayat mücadelesinde en büyük, en sağlam dayanak ailesidir ve birçokları gibi Sekçin bu yönden çok şanslıdır.
Bir Fransız düşünür; ”dostluğun kollarının dünyayı boydan boya kucaklayacak uzunlukta olduğunu biliyorum ben “ demişti. Seçkin artık annesi, babası, kardeşleri ve sevenleri için bir anı. Erken gelen bu ölüm acısı ile haykırmak, ağlamak ruhlarına iyi gelecekse ağlayacaklar ama “evlat acısını” yüreklerinde iyileşmeyen bir yara olarak taşıyacak ve sessizce yaşayacaklar. Sadece onlar mı? Seçkini seven herkes onun kimselere kötülüğü olmadığını, ayrımcılığı, dedikodusu, küçümsemesi, yalancılığı olmayan güzel sade insanlığını bilir.. Kimseleri yıpratmadı yormadı ölürken bile kuşlar gibi çabucak göçüverdi öteki dünyaya. Sadece ölümünün ardından üzdü bizleri. Biz geride kalın fanileri.
İzlediğimiz seçkin en saf, en coşkun haliyle en küçük kuzenimizdi bizim. Platon’un “saf oyun, ilahiden parçalar taşır” sözleri ne kadar anlamlı. Birçok dini yasalarda insan tanrının oyuncağıdır. Bu insanın en harika tarafıdır(…) o halde nedir doğru yaşamanın yolu? Her kadın ve her erkek buna uygun yaşamalıdır ve en asil oyunları oynamalıdır.
Seçkin’in oyunu bitti, diğerlerinin oyunları sürüyor. Nat King Cole’un ünlü şarkısı “natur bay”u sözlerde sona bağlanıyordu ;”hayatımda öğreneceğim en mühim şey, sadece sevmek ve karşılığında sevilmektir.”der Hayatın kapitalizm kavramında yoğun telaşı geride kaldığından dostluğun eşsiz erişilebilirliği kuşku götürmez. Evet, tüm güzelliğine ve Seçkin’in çok sevilmesine rağmen bir seçkin nilüferimiz hayat gölünde soldu…
3 Yorum