Yayınlanma Tarihi: 15 Eylül 2017 — okunma
ANİ NENE‘nin, yalnız yaşamasına rağmen, mal mülk davası pek çoktu. Mahkeme Salonları onun sıkça uğradığı yerlerdendi.Mahalle komşularımız; ÜNYE SARAY CÂMİİ’nin ünlü müezzini rahmetli Kör Fethi’nin ahvadı RASİM EFENDİLER’in bahçesi ile Terzi Haşim Efendi’nin evi arasındaki arsası, Rasim Efendilerle devamlı dava konusu idi. Bir ara bu arsa davası ile ilgili olarak, rahmetli anamı mahkemeye şahit olarak götürmek üzere 1963 yılı içersinde, o zaman çalıştığım ÇORUM / Osmancık’a gelmişti. Gelişinin nedenini anlattı; benden olumsuz yanıt alınca da ertesi gün hemen ÜNYE’ye gerisin geri döndü.2
Burada, Ermeni komşularımızın sadakatini ve sevecenliğini çok açık belirten bir konuya değinmek istiyorum:Anamın ve kardeşimin vefatını duyan BAYGIN ailesinin bütün fertleri; başta Gazaros, Mariolmak üzere KANADA’dan,ANKARA’ya bana telefon açarak, “Yüksel Ağbi, Mahmure Hala’mın ve Cemil Ağbi’nin vefatını öğrendik. Çok üzüldük, ailecek hepinizin başı sağolsun!” diyerektaziyelerini bildirmişlerdi.
Sokağımızın entel kişilerinden, renkli simalarından ANİ NENE‘nin(AVNİYE OLUK) evinin olduğu yerde şu anda çok katlı betonarme apartman yükseliyor.Kendisi,şimdilerde aramızda yok. Allah taksiratını affetsin. Toprağı bol olsun.İşte; bizim KEŞAPLI SOKAK’takiALÇAK KAHVE‘nin öyküsü.Kalın sağlıcakla. Değerli okurlarım…2
Avni Nine’nin yaşam öyküsünden bir diğer kesiti de Yüksel ŞEN Beyefendi gibi en yakın komşusu Feride Yurtsever (Süman) CANEROĞLU’nun “FERİDE”3 adlı anı – otobiyografik yapıtından sunacağımız alıntılarla sizlere aktaralım.
“Ama Avani Nine, uzaklara gidip okumamı onaylamıştı. Onun onayı ve fikirleri annem için çok önemliydi. Avani Nine, bizim birçok Ermeni komşularımızdan biriydi… İleride onu daha iyi tanıtacağım sizlere…” (sh. 12)3
Yaşlı fakat dinç bir anneannem vardı ama anneme ve bize, komşu Ermeni Avani Nine daha çok yardımcı olurdu. Esas adı AvniyeOLUK’tu. Neden bilmiyorum herkes ona Avani Nine derdi. Avani Nine, babam Hasan Basri SÜMAN’ın çocukluk arkadaşıydı. Evlerimiz yan yanaydı; beraber büyümüşler babamla. Onun hayatı, başlı başına bir romandı ama o zamanlar çok küçük olduğumuz için bunun değerini bilip gerekli notları alamadık. Her şeyden önce bilge bir kadındı. Birçok şeyi bilir, insanlara doğru yolu göstermeye çalışırdı. Annemin can dostu, desteği, her konuda yol göstericisi ve akıl hocasıydı. Her zaman beli lâstikli siyah bir etek giyer, üstüne yine siyah gömlekler giyerdi. Başına örttüğü yazması bile siyahtı. Sokağa çıkarken de başına siyah, büyük bir örtü alırdı. Zaten kendisi de çok esmer ve çok zayıftı. Elinde daima yanan bir sigarası, önünde kahvesi bulunurdu. O, bize geldiğinde ya da annem ona gittiğinde, fındık kabuğu sobasının ateşini alıp mangala koyarlar, bu ateş birkaç dakika içinde kül haline gelirdi. Ama külün kızgınlığı kolay kolay geçmezdi. İşte bu küle hemen bir cezve kahve sürülür, kendileri de mangalın iki tarafında oturarak sohbet ederlerdi. (sh. 17) Gayet ağır ağır pişen bu kahve, son derece lezzetli olur, adına da ‘kül kahvesi’ derlerdi.3
Avani Nine, kendi anlattıklarına göre Cihan Harbi’nde göçe zorlanan Ermeni grubuyla beraber Ünye’den ayrılmıştı. Yolda annesi, babası, kocası, ikiz çocukları değişik nedenlerle öldüğü için kendisi yalnız kalmıştı. Böylece Suriye’ye kadar gitmiş ve orada bir aileye esir olarak verilmişti. Genç, güzel ve çok da akıllıydı. Hizmetçilik yaptığı bu evde dikkat çekmemek için ilk işi, saçlarını tamamen kazımak olmuştu. Kendini elinden geldiğince çirkin göstermeye çalışmış ve dilsiz rolü oynamıştı. Yıllar sonra bir fırsatını bulup deniz yoluyla İstanbul’a, oradan da Ünye’ye dönmüştü. Oturduğu ev, babasının eviydi. Döndükten sonra evine bir dokuma tezgâhı yaptırmış, orada Karadeniz’de kadınların çok kullandığı peştemallardan dokuyarak hayatını kazanmaya çalışıyordu.3
Sesi çok kalın, yüzü aşırı esmer ve çok kırışık olduğu için onu ilk hatırladığım zamanlardaki yaşını tam kestiremiyorum. Ama ben kendimi bildim bileli o, hayatımızda vardı. Annem, abime kızıp söylendiği zaman o da anneme kızardı. Çünkü onun için erkek çocuk çok önemliydi. “Olsun, erkek olsun da çömlekten olsun, o ileride toparlanır,” derdi anneme. Ama o toparlanmayı, maalesef ne annem gördü ne de bizler… Avani Nine, yıllarca babasından kalan topraklar üzerindeki hakları için mahkemelerde uğraştı durdu. Ama hiçbir sonuç alamadı. Biz, onu çok yaşlı görürdük. Bazen konuşma arasında: “Amaan, çok yaşasam daha otuz yıl yaşarım,” derdi. Biz hem hayret eder hem de gülerdik. Gerçekten de çok yaşadı. Son zamanlarda felç oldu. Onu bir Türk komşusu evine alarak baktı (Komşuları Emine ÇINAR ve ailesi baktı. M.U.M.). O da evini onlara bağışladı. Ölmeden bir süre önce de İslâmiyet’i kabul edip Müslüman olarak öldü ve Müslüman âdetlerine göre defnedildi. Onu, mahallede hattâ Ünye’de tanımayan yok gibiydi. Herkes sever ve sayardı. Çok güzel sözler söylerdi. Arkasından da: (sh. 18) “Ben ölürüm ama bu sözlerim kulağınıza küpe kalır, beni anarsınız,” derdi. Gerçekten de onun bir sözünü tekrarlamadığım gün yok gibidir. Çocuklarım bile onu iyi tanıyorlar. Nur içinde yatsın… (sh. 19)3
Belge ve kaynaklara dayanarak ve bazı tarihî gerçekleri de zikrederek makalemizi sonlandıralım isterseniz. H. 27 Receb 333/ R. 28 Mayıs 331 (M. 10 Haziran 1915) tarihinde yayımlanan tâlimatname ile tehcire tâbi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alınmıştı. Bir başkan ile biri mülkî, diğeri de maliyeden olmak üzere iki üyeden oluşan “Emvâl-i Metrûke Komisyonu” (Terkedilmiş Mallar Komisyonu) kuruldu. Bu komisyonlar, boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tesbit edecek, mufassal defterlerini tutacaktı. Defterlerden biri mahallî kiliselerde korunacak, biri mahallî yönetime verilecek, biri de komisyonda kalacaktı. Bozulabilir eşya ile hayvanlar açık arttırma ile satılacak ve parası korunacaktı. Komisyon gönderilmeyen yerlerde, beyannâme hükümlerini mahallî görevliler yerine getirecekti. Bu malların Ermeniler dönünceye kadar korunmasından hem komisyon, hem de mahallî idareler sorumlu olacaktı.4
Van’da Ermeni isyanı bütün hızıyla devam ettiği bir sırada, İstanbul’a, diğer bölgelerde de Ermenilerin isyan ettikleri, yol kestikleri, Müslüman köylerini basarak halkını katlettikleri yolunda haberler geldi. Türk ordusu savaş alanında olduğu için cephe gerisindeki bu olayları önleyemiyordu. Nihayet Başkumandan Vekili Enver Paşa bu duruma bir çare olmak üzere02 Mayıs 1915’te Dahiliye Nazırı Talât Paşa‘ya şu yazıyı yolladı: “… Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buralardan çıkarılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim. … ya bu Ermenileri aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek yahut bu Ermenileri ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanın seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahzur yoksa isyancıların ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımız dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim“. Bu yazıdan, uygulamanın yalnız Ermenilerin isyan ve karışıklık çıkardıkları yerlerde gerçekleştirilmesinin istendiği anlaşılıyor. Nitekim ilk tehcirde buna özellikle dikkat edilmiştir. Dahiliye Nâzırı Talât Paşa, durumun nezâketi karşısında Meclis-i Vükelâ’dan karar almadan ve bu işle ilgili bir geçici kanun çıkartmadan Ermeni tehcirini başlattı ve sorumluluğu tek başına üzerine aldı.4
Talât Paşa, özellikle Batılı ülkelerin ve basınının aksi propagandalarından dolayı, devamlı olarak Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığını her fırsatta ifade etmiştir. “Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tâyin edilen mıntakalara sevklerinden hükûmetçe takib edilen gaye, bu unsurun hükûmet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükûmeti teşkili hakkındaki millî emellerini takibedemiyecek bir hale getirilmelerini temin esasına matuftur. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirîn tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka, yerlerinde kalan Ermeniler bundan sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de tebliğ edildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç nisbetindesanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevkedilmemesi hükûmetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır. Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harblere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır”.4
İşte, bize tehcirden emanet kalan komşumuz Avni Nine, böylesi bir tehcirin canlı tanığı olarak ibret vesikalarıyla yakın tarihteki yaşantımıza damgasını vurmuştu…
KAYNAKÇA :
2ŞEN, Yüksel – Alçak Kahve, Mayıs 2008 http://unyezile.com/kahve1.htmÜnye Kent Gazetesi, 04 / 10 Ocak 2010 http://www.unyekent.com/koseyazi/914/alcak-kahve-2-bolumhttp://www.unyekent.com/koseyazi/928/alcak-kahve
3CANEROĞLU, Feride Yurtsever – FERİDE, Pera Kitap, 1. Baskı, 28.10.2015, 197sh.
4HALAÇOĞLU, Prof. Dr. Yusuf – Ermeni Tehciri ve Gerçekler https://www.tarihtarih.com/?Syf=26&Syz=292366
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.