son haberler

Ünye ve Hinterlandı Tekke ve Zaviyeleri

Yayınlanma Tarihi: 28 Mart 2020 okunma

M. Ufuk MİSTEPE mistepe@gmail.com

Türkler Anadolu’ya askerî güç olarak girmeden önce bu topraklara derviş olarak gelmişler, önce gönülleri fethetmişler ve Anadolu’nun o zamanki sakinlerine İslâm dinini tebliğ ederek Türklerin Anadolu’yu vatan edinme çalışmalarının altyapısını hazırlamışlardır.1
Osmanlı İmparatorluğu’nda, devletin gelirlerini artırmak kaygısı ile reayayı en verimli sahalarda ve rasyonel bir şekilde çalıştırmak maksadıyla yapılan iskânların yanında, yeni fethedilen harap bir memleketi şenlendirmek, askerî sevkiyatı ve erzak teminini kolaylaştıracak şekilde köyler ve kasabalar kurmak, nakliyat ve seyahati teşkilâtlandırmak, yabancı bir memlekette diğer düşman unsurları arasına yerleştirilecek Türk ve Müslüman muhacirler ile siyasî ve askerî emniyeti sağlamak gibi amaçlar ile devletin iskân politikası uyguladığını söyleyebiliriz.2
Osmanlı öncesi dönemin karmaşık ve rekabetçi ortamında ortaya çıkan dervişler, bir yandan halkın manevî açıdan umut kaynağı olurken, diğer yandan da fethedilen yerlerin kalıcı Türk vatanı haline gelmesi için köyler ve mezralar içinde câmi, mescit, zâviye, değirmen, medrese; hattâ yol ve köprü gibi ortak kullanım unsurlarını inşâ etme çabası içinde olmuşlar; fetih sürecinden hemen sonra bir çeşit imar ve iskân merkezleri şeklinde çalışan zâviyeler, iskâna açılan topraklara yerleşmek niyetiyle gelen Türkmen kafilelere öncülük ve mihmandarlık ederek buraların yeni kimliğine kavuşmasını sağlamışlardır.3
Zâviye; Arapça’da terim anlamında “herhangi bir tarikata mensup dervişlerin, bir şeyhin idaresinde topluca yaşadıkları ve gelip geçen yolculara bedava yiyecek, içecek, yatacak yer sağlayan yerleşme merkezlerinde veya yol üzerindeki bina yahut bina topluluğu” şeklinde ifade edilmektedir. Tekke (Tekye, galat) ise “dayanma, dayanılacak yer, tarikat mensuplarının oturup kalktıkları, âyin icra ettikleri yer” anlamı taşımaktadır. X. yüzyıldan beri bu türlü dinî müesseselerin adı olarak hangâh, şavma’a, ribât, takya ve dergâh gibi isimlerin kullanıldığı görülmektedir. Ancak Selçuklular ve Osmanlılar daha çok zâviye, tekke ve dergâh gibi isimler kullanmışlardır.2
İslâm’da sadece bilgi kendi başına, insanı Allah’ın sevdiği bir kul hâline getirmeye yetmiyor. Tasavvuf, söz ilmi değildir, fiilîyât ilmidir. Yani insan yaşayışında, hareketlerinde; dostlarıyla, komşularıyla muamelesinde, işyeri ve ticarethanesinde İslâmî hayatı yaşıyorsa mutasavvıftır.2 Tarikatı, tasavvufun hayata aksettirilmiş hali olarak tarif etmek mümkündür.4
Osmanlılarda müessesat-ı hayriye diye adlandırılan mâbed, medrese, imaret, zâviye gibi bireylerin bizzat kendisinden faydalandığı kuruluşlara ve diğer yandan, bu kuruluşların sürekli ve düzenli bir şekilde işletilebilmesi gayesiyle kendilerine tahsis edilen bina, arazi, nakit para gibi gelir kaynaklarına da vakıf denile gelmiştir. Mütevelli, vakfın geliriyle her şeyden önce, vakıf mallarının imarı, onarımı, ihtiyaç halinde yenilenmesi ve istibdalini gerçekleştirmek; zâviye personeli ile diğer misafirlerin sabah ve akşam yemekleri ile diğer masraflarını karşılamakla mükelleftir.5
Kelkit Vâdisi’nin kuzeyinde yaşayan Müslüman ahalinin sosyal hayatında dinî hizmetlerin bir kısmını ifâ edecek olan dervişlerin öncülüğünde üç aşama neticesinde zâviyeler tesis edilerek bölgenin ilk mutasavvıfları sayılabilecek kuşak ortaya çıkmıştır.3
Ahilikte verilen iş ahlâkı ve meslek eğitiminin de üç aşamasından bahsedilmektedir. Bunlar da yiğitlik, ahilik ve şeyhlik makamlarıdır. Her üç makamdaki zâviye mensuplarının katma değerleri birbirinden farklıdır. Fütüvvetnâmelere göre yiğitlik heves eylemek, ahilik başlamak, şeyhlik tamam eylemektir. Yiğitlik sakal gelmek, ahilik sakala ak düşmek, şeyhlik tamam pîr olmaktır. Yiğitlik müminler yolunu tutmak, ahilik evliyanın yolunu tutmak, şeyhlik peygamberlik yolunu tutmaktır. Yiğitlik şeriat, ahilik tarikat, şeyhlik hakikattir. Yiğitlik yola gitmeye niyet etmek, ahilik yola girip gitmek, şeyhlik menzile ermektir. Yiğitlik ana rahminden doğmak, ahilik dünyada dirilmek, şeyhlik imanla ölmektir.6
Ahilik, Abdallık, Rufaîlik, Bektaşîlik, Alevîlik, Kızılbaşlık ve Mevlevîlik gibi kavramların, bu kavramlarla kast edilen zümrenin fetih topraklarına yansımalarını Sayın Mehmet FATSA’nın “Karadeniz’de Zaviyeler”1 adlı eserinden okumanızı tavsiye ederim.
İlk Osmanlı devri dervişleri, Batı’nın şövalye rahipleri’ni andıran bir mahiyete sahip olup, geç devrin tekke dervişleri ile hiçbir münasebetleri olmadığı anlaşılmaktadır. Bunlar fethedilen topraklarda yerleşmekte mânevî bakımdan destek oluyorlar, ilk yerleşme tohumunun atılmasına, orada bir zâviyenin kurulması ile önayak oluyorlar, çevrenin Türk ve Müslümanlaşması bakımından bir nevi misyonerlik vazifesi de görüyorlardı. Gelip geçenlere bir sığınak temin etmeleri bakımından içtimaî yardım sağladıklarından başka bilhassa ıssız, tehlikeli yerlerde kurdukları zâviyeler henüz sınırları ve halkı istikrarsız olan memlekette yol emniyetini de temin ediyordu. Şu halde başlarda Ahilik, gezgin dervişler v.s. ile ilgili olarak, dinî – içtimaî bir müessese olarak şehirlerin biraz dışında kurulan, yanlarında bazen ilk şeyh’inin türbesi de bulunan zâviyeler, Osmanlı yayılışı genişleyip devlet idaresi sağlamlaştıkça askerî – siyasî karakterini katbetmiş, XV. yüzyılda sadece dinî – içtimaî bir müessese olarak kalmıştır. Anadolu ve Rumeli’nin birçok yerlerinde, tenha yerlerde rastlanan Tekke kelimesi ile kurulmuş köy adlarının menşeini böyle uzak bazı zâviyelerde aramak doğru olur.7
Esnaf ve zanaatkârların bir araya gelerek oluşturdukları sosyal bir organizasyon (dernek) olan Ahi zâviyeleri, tasavvufî kültürle üyeleri arasındaki dayanışmayı sağlayan, sosyal ve ekonomik hayata yön veren bir müessesedir. Birer kültür ocağı olan Ahi zâviyeleri şehre veya köye hariçten gelenlerin barındıkları bir mekân, şehirlerde ve özellikle medreselerin olmadığı kırsal alanlarda oldukça geniş bir çerçeveden eğitim hizmeti sunan bir kurumdur.8
İskân edilen mutasavvıflar ve dervişler hem Hristiyan halkı Müslümanlaştırmak için uğraşmışlar hem de tasavvufun esaslarını, kültürünü ve müesseselerini buralarda inşâ edip yerleştirmişlerdir.1
Bu dervişler bazen devletin desteği ile bazen de kendi inisiyatifleri ile henüz fethedilmemiş bölgelere de giderek, buralarda kurdukları zâviyelerde, gelip geçenlere gösterdikleri misafirperverlik, bölge halkına yaptıkları yardım ve insanî davranışlar ile yerli halkın sempatisini toplamışlar, gerek ihtida edenler gerekse Anadolu’dan göçen yeni nüfus ile bulundukları bölgelerde koloniler kurmuşlardır. Ömer Lütfi BARKAN’ın “Kolonizatör Türk Dervişleri” ismini verdiği bu dervişler birlikte getirdikleri Türk boylarını Anadolu’nun uygun gördükleri yerlerine yerleştirerek, kendilerine birer zâviye kurarak başlarına geçmişlerdir.2
Yöremizde Osmanlı öncesinde veya Osmanlı’ya geçiş sürecinde Abdalân zümresi ve diğer Gaziyan, Ahiyan ve Dervişan topluluklarına ait tespit edilebilen zâviye adlarını verecek olursak; Ordu Merkez / Bolaman’da Şeyh Emir Hasan Zâviyesi (1455), Merkez / Dereköy’de Şeyh Eynebey Zv. (1455), Merkez / Kızılhisar’da Şeyh Hacı Şucâ Zv. (1455), Merkez / Süleymanbeyli’de Sâmit Abdal Zv. (Tespit Tarihi 1455), Aybastı / Akfatma’da Derviş Hasan Zv. (1455), Aybastı / Borta’da Şeyh Ahmed Zv. (1455), Aybastı / Demürcülü’de Şeyh Emir Zv. (1455), Aybastı / Hisarcık’ta Şeyh Osman Zv. (1455), Aybastı / Küfi’de Kutludoğmuş Zv. (1455), Aybastı / Merkez’de Şeyh Akdoğan Zv. (1455), Fatsa / Bağlarca’da Şeyh Emirhan Zv. (1455), Fatsa / Bolaman’da Şeyh İlyas Zv. (1455), Fatsa / Tayalı’da Mezid Halife Zv. (1455), Gölköy – Karagöz’de Abdullah Halife / Fakih Zv. (TT 1455 – 1530), Gölköy / Özlü’de Şeyh İman Dede Zv. (1455), Gülyalı – Turnasuyu’nda Şeyh Piro / Abdal Zv. (1455), Kabadüz / Bulduklu’da Şeyh Halil Zv. (1455), Kabataş – Kuzköy’de Şid Abdal / Şidlü Dede Zv. (1342), Kumru / Çokdeğirmen’de Şeyh Saltuk Zv. (1485), Kumru / Erken’de Şeyh Halil Zv. (1485), Mesudiye Yeşilce’de Yavadı Ahi Pehlevan Zv. (1323 – 1530), Perşembe / Musadede’de Musa Dede Zv. (1455), Perşembe / Efirli’de Şeyh Nebi Fakih Zv. (1455), Perşembe / Soğukpınar’da Hasan Dede Zv. (1455), Terme – Büyüklü’de Abdal Musa Zv. (1485), Ulubey – Şeyhler’de Şeyh Abdullah Zv. (1455 – 1530), Ünye / Çilâder (Çaybaşı) / Merkez’de Şeyh Çiledâr Zâviyesi (Tespit Tarihi 1455), Ünye / Doğanece’de Şeyh İshak Zv. (1455 – 1530), Ünye / Kozan’da Şeyh Halil Zv. (1455 – 1530)’dur.3 Ordu sahil bölgesindeki Şid Abdal, Sâmid Abdal ve Şeyh Piro / Abdal gibi dervişler yerleşik yaşama ve Sünnî inanç iklimine daha yatkın gözükmektedir (TT Tapu Tahrir Defteri, nr. 37, 387, 478).
Şit Abdal ve zâviyesi ile ilgili belgeler, Kuzköy’de Şit Abdal Zâviyesi hizmetindeki aileler tarafından muhafaza edilmiş olan belgelerdir. Bahaeddin YEDİYILDIZ Hocamız bunları Kuzköy Evrakı diye adlandırıyor.5
Boy veya oymaklar bu zâviyelerin etrafına yerleştirilmiş, zâviye de bu topluluğun inanç, kültür, üretim, yönetim ve eğitim merkezi olmuştur. Zâviyeler ve dervişler bizzat iş yaşamına girip üretim yaparak ve bir zanaatı icra ederek topluma örnek olmuşlardır. Anadolu’dan gelen konar – göçer Türk boylarının yerleşik yaşama geçmelerine, üretim yapmalarına ve kentselleşmelerine önderlik etmişlerdir. Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselme dönemlerinde devam eden iskân politikasında tekke ve zâviyelerin önemli rol oynadığı açıktır. Kentselleşme adına öncülük yapan bu dinî ve tasavvufî yapılar bir nevi iskân birimleri şeklinde örgütlenmiştir.2
Tasavvufu candan benimseyen mutasavvıf ve dervişler; külliye, medrese, yol, köprü, kuyu, han, hamam, câmi, ibadethaneler, kütüphaneler ve dergâhlar açmışlardır. Yakın dönem yöremize gelindiğinde Nakşibendî Tarikatı’nın Hâlidî Gümüşhanevî kolunun bölgede şöhret bulup öne çıktığı tesbit edilebilmektedir. Ahmed Ziyâüddîn Gümüşhanevî’nin Ünyeli Halifesi Yusuf Bahrî Efendi, Karadeniz Bölgesi’ne 1869 yılından sonra irşad faaliyetleri ve ilmî çalışmaları yapması için gönderilmiştir. Bu sebeple Ünye’de ve Orta Karadeniz Bölgesi’nde, tasavvuf düşüncesinin geliştiğine, yüksek seviyeye ulaştığına şahit oluyoruz.1
Alevî inançlarının ve bunlara bağlı tekke ve zâviyelerin yoğun bulunduğu kırsal kesimde medreselerin bulunmadığı görülmektedir. Yani medreselerin bulunmadığı yerlerde Kızılbaşlık daha yaygın olarak gelişmekte ve yayılmaktadır. Dolayısıyla XVI. yüzyılda görülen medreselerin şehirlerde kurulan medreselere karşılık XX. yüzyılda Sünnîleştirme politikası doğrultusunda kırsal alanlarda da “bir bab medrese” olarak nitelendirilen yüksek derecede eğitim veren kurumlar açılmıştır.9
Ordu, Sivas ve Tokat bölgelerinde “Kızılbaşlık” hareketlerinin yaygınlaşmasının ve artış göstermesinin nedenleri bu bölgelerdeki halkın cahil ve bilgisiz olduklarına dolayısıyla medrese gibi eğitim kurumlarının bulunmamasına bağlanmaktadır (BOA, DH. MUİ., Dosya No.: 29/-2, Gömlek No.: 26, 05/M/1328; BOA, MV. 23/46, 1304.Z.2).
1455 tarihli Tahrir Defteri, bölgemiz fatihleri hakkında bize bilgi veren en önemli kaynaktır. Fatih Sultan Mehmed dönemine ait 1455 tarihli defterdeki kayıtlara göre Kuzköy iki baştan vergilendirilmiştir: Dîvânî ve malikâne hisseleri vardır. Divanî hissesi müsellem denen askerlere ödenmektedir. Malikâne hissesi ise Şidlü Dede oğlu Şeyh Hasan’ın vakfıdır. Şeyh Hasan aynı zamanda zâviyedârlık görevini yürütmektedir. Köye ilk gelenlerden birinin Şidlü Dede olduğunu ve fetih hakkı olarak bu köyün malikâne hissesini sahiplendiğini ve bu hakkını kurmuş olduğu zâviyeye vakfettiğini, kayıtlardan çıkarmak mümkündür (Yediyıldız – Üstün 1992: 223). Bu tarihten otuz yıl sonraki diğer bir Tahrir Defteri’nde ise (Yediyıldız – Üstün 2002: 71) zâviyenin zâviyedarlığına Kutlu Paşa oğlu Hüseyin’in getirildiğini görüyoruz.5
Sayın Bahaeddin YEDİYILDIZ “Ordu Tarihinden İzler” adlı eserinde “Ordu Kabataş’ta Tarihî Bir Kurum: Kargu (Ateş Kulesi) ve Hoşkadem ve Beylerli Köylerinin Doğuşu”ndaki Kargu (ateş kulesi)’nin Orhon Yazıtları’nda ve Divan-ı Lügati’t-Türk’te adı geçen ve Türk dünyasında asırlar boyunca zâviyelerle birlikte ateş, duman, gözcü ve ulaklarla kurulan haberleşme sisteminin önemli bir unsurudur.” demektedir.5
Mesudiye’nin (eski adı Milas), Kiçifaldaca ve Zile köylerinin malikâne hisseleri Ahi Pehlevan tarafından Yavadı’da yaptırdığı câmiye vakfedilmişti. Elde edebildiğimiz 1455 yılı ve daha sonrasının tarihlerini taşıyan belgelerde buradaki müessese câmi olarak nitelendirilmekle birlikte, bazı belgelerde, Ahi Pehlevan’ın buradaki vakfı için meşihat, tevliyet, hitabet ve imamet, te’zin, rugan-ı şem’ ve hasır cihetlerine tahsisat ayrıldığı görülmektedir (bkz. BOA; TD 557, 11. Selim Devri, 1566-1574) ki bu durum, burasının da bir Ahi Zâviyesi olduğu intibaını uyandırmaktadır.5
1455 yılında Kabataş ilçesi mevkiinde bir zâviyenin varlığından ve eğitim – öğretim çalışmalarından bahsedilmektedir. Yine XV. yy’da‚ Canik-i Bayram adını taşıyan Ordu kazasının bir bucağı olan Bolaman’da eğitim ve öğretimle meşgul olan bir tekke bulunmaktadır.10
1455 tarihli Tahrir Defteri’nde Borta köyünde vergiden muaf olan tekyedârlar vardır. Şeyh Ahmed’in evlâdı diye kaydedilmişlerdir. Şeyh Ahmed’in oğlu Şeyh Halil ve bu oğlundan torunu Şeyh Ali bu tarihte hayattadırlar ve tekkenin görevlileri arasında bulunmaktadırlar. Tekkede bir de imam vardır: Mustafa Fakih. Bunun babası da tekkede görevlidir. Ayrıca Hızır oğlu Ahmed Fakih ve Mezid Ahmed ile kardeşi Yusuf da tekke görevlileri arasındadır (Yediyıldız – Üstün 1992: 217). Daha sonraki Tahrir Defterleri’ne göre de bunların oğulları ve torunları tekkede tekyedârlık veya zâviyedârlık görevinde bulunmuşlardır. Gedik Evliya denilen yerde yörenin Türkleşmesine katkıda bulunan Şeyh Ahmed’in türbesinin bulunduğunu düşünüyorum ki Salih Emilli’den derlenen halk rivayeti de bunu doğrulamaktadır.5
1455’te Küfü’de (Kutlular) de zâviye vardı. Kutludoğmuş’un oğlu Hasan ve kardeşi Yakup zâviyedâr idi. Ali Fakih’in oğlu Abdürrezzak hatip ve Âdil oğlu Yakup Fakih ise imamdı. Hatib’in kardeşi Abdülcelil ve Mezid oğlu Hasan Fakih zâviyenin diğer görevlileri idi. Bunlar vergiden muaftılar. Ayrıca Resul oğlu Eğlence de yaralı olduğu için vergi vermiyordu (Yediyıldız – Üstün 1992: 213). Burada evliya olarak bilinen zat Hasan ve Yakub’un babası Kutludoğmuş’tan başkası değildir. Şüphesiz bir zâviye şeyhi olarak bölgenin Türkler tarafından iskânında rol oynamış önemli bir şahsiyettir.5
XV. ve XVI. yüzyıllarda Çarşamba / Yaycılar köyünde kurulduğu anlaşılan Şeyh Habil Zâviyesi’nin kurulduğu yer, Terme kazası kapsamında mütalâa edilmiş ve bu bölgede (Terme / Büyüklü) Abdal Cüneyd, Şeyh Çiledâr ve Abdal Musa adına da zâviyeler kurulduğuna dair kayıtlara yer verilmiştir.3
Ünye’nin Çilâder (şimdiki Çaybaşı) köyü / nahiyesinde kurulu Şeyh Çiledâr Zâviyesi hakkında detaylı bilgilere Sayın Mehmet FATSA’nın ‘Karadeniz’de Zaviyeler’ adlı eserinden istifadeyle ulaşabilirsiniz. Köyün eski adının ilham kaynağı, Şeyh Çiledâr Zâviyesi’dir. Çaybaşı ilçe merkezine yakın konumdaki Tekke Mahallesi’nin söz konusu zâviyenin hâtırasını taşıdığı anlaşılmaktadır.3
1455 tarihli defterde Cüri ve Akçay ırmaklarının oluşturduğu havzaya yerleşen Kayılar ve Fenaris topluluğu tarafından kurulan köylerden söz edilirken, devrin şartlarına göre kalabalık bir yer olarak Manastır köyü ve halkına dair bilgiler verilmiştir. 55 çiftçi hanesinin oturduğu Manastır köyünde Zülkadır Mescidi ve Kayı Mescidi’nde görevli 26 nefer ile çok sayıda Ahi dervişinin varlığına ayrıca işaret edilmiştir. 1520 tarihli Tahrir Defteri’nde zâviyenin bulunduğu mevki Manastır köyü içinde mütalâa edilmiş ve 55 hane içinde iki kişi imam, üç zâviyedâr ve çok sayıda fakih olduğu bilgisine yer verilmiştir. 1735 tarihinde zâviyenin mevcut ve faal olduğu bir hurufat kaydında belirtilmişse de ilerleyen yıllarda bilgi verilmemiştir.3
Karay köyünde bir câmi ve bir zâviye bulunmaktadır. Eskiden câmide hatip olarak görev yapmış bulunan Mustafa Fakı’nın yetimleri Ali, Hacı Bayram ve Hamza’dan sosyal yardımlaşma adına vergi alınmamaktadır. Yine 1455’te câminin imamı olan Hüseyin oğlu Yusuf Fakı’dan ve hatibi olan Mısrî oğlu Ahmed’den, Mehmed oğlu Hâfız Pir Ahmed Fakı’dan da vergi alınmamaktadır. Zâviyede Şeyh Sâmit’in çocukları Şeyh Ümmet ve Ahmed zâviyedârlık görevi yürütmektedirler (Yediyıldız – Üstün 1992: 196).5
Bilindiği üzere zâviyedârlık görevinde bulunan şeyh ve dervişler, kendilerine tahsis edilen yerleri ekip biçmekte, tarım üretiminde bulunmakta ve elde ettikleri mahsulle geleni gideni konuk olarak kabul edip yedirip içirmekte, onların yolculuklarını kolaylaştırmakta ve bölgenin emniyet ve asayişini sağlamaktadırlar. Tabi bunlar herkesten vakıf ve bağışlar yoluyla destek de görmektedirler. Bunlar insanların manevî dünyalarını da aydınlatmaya çalışmaktadırlar. Dolayısıyla genellikle bu zâviyelerin ilk kurucularının kabirleri kutsal mekânlar olarak kabul edilmiş ve ziyâret mahalli haline gelmiştir. Daha sonraları buralar evliya yatırı olarak değerlendirilmiştir.5
Aydın kesime hitap eden medreselerin aksine, tekke ve zâviye şeyhlerinin halka yaptığı vaaz ve sohbetler halkın eğitim seviyesine uygun düşmüştür.9 Eski zâviye, hanikah veya tekkelerin XVI. yüzyıldan itibaren medrese haline getirilmeleri de ayrıca üzerinde durulmağa değer bir olaydır.7
Ünye yöresinde Döğeri (?) köyünde de dinî bakımdan önemli bir yoğunluk yaşanmaktadır. 1485 tarihli kayıtlarda burada medrese, zâviye ve cuma câmisinden oluşan dinî bir merkez olduğuna işaret edilmiştir.3
1485’te zâviyedâr olan, biraz önce bahsettiğimiz Kutlu Paşaoğlu Hüseyin’den sonra, dört nesil boyunca, 1630’lara kadar, tekkenin zâviyedârlığı ve şeyhliği, söz konusu Hüseyin’in çocukları ile Hüseyin’in oğlu Emirhan’ın çağdaşı Ali’nin çocukları elinde kalmıştır. Bu Ali, Şidlü Dede soyundan gelen amcaoğlu olabilir. Kanunî, II. Selim ve I. Ahmed dönemlerine ait Tahrir Defterleri’ndeki kayıtlara göre tek tek adları yazılmış olan bu zâviyedârlar, ellerindeki malikâneye ortaklaşa tasarruf etmişlerdir. Burada belirtmemiz gereken bir husus da şudur: 1547’den itibaren bu tekke, şeyhlerden Hüseyin’in oğlu Emirhan’a izafetle “zâviye-i Emirhan” adını almıştır. Öyle anlaşılıyor ki köyde ve zâviyede 1485’ten 1680’lere kadar neredeyse iki asır boyunca istikrarlı bir dönem yaşanmıştır: Bu ortamda, bir şeyhzâdegân yani şeyhoğulları sınıfı oluşmuştur.5
Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri olan Çepniler 14. yy.`ın ikinci yarısı Harşit Vâdisi’ne yerleşmişlerdir. 14 – 15. yy. boyunca öteki Türk boyları ile birlikte Eynesil, Beşikdüzü, Kürtün, Tirebolu, Keşap, Giresun`dan Ünye`ye kadar olan alanda etkin olmuş, bölgenin Türkleşmesinde önemli katkılar sağlamışlardır. Merkezi bugünkü Ordu ili sınırları içinde olan Hacı Emirli Beyliği’nin kurucusu Bayram Bey olduğundan bu beyliğe Bayramlu da denilmektedir. Osmanlı belgelerinde Vilayet-i Bayramlu olarak yer almaktadır. Giresun`u ilk fetheden Bayram Bey’in oğlu Süleyman Bey’dir. Arşiv kayıtlarında Mir-i Çepniyan olarak belirtilen Giresun`un dağlık kesimini, Hacı Emiroğlu Süleyman Bey`in yönettiğini Yakup Halife olarak bilinen Çepnilerin manevî şahsiyetine ait ve aynı adla anılan zâviyenin Süleyman Bey tarafından Yakup Halife’ye vakfedildiğinden anlıyoruz.11
Yöremizde varlığından haberdar olduğumuz dervişlerin her birinin fetih yaparak yurt tutan savaşçı kimlikleriyle ön plâna çıktıklarını görüyoruz. Örneğin 1485 tarihli kayıtlarda Ünye Kalesi yakınlarında Zenbek köyünde oturan Şeyh Ali ve üç oğlu müsellem olup “kadimlik yurdlarına eşerler” şeklinde kayıt yapılmıştır (TT, nr. 37, s. 236).3
Ahi zâviyelerindeki eğitim günümüzde ‘hayat boyu eğitim’ adı verilen yaygın eğitim tarzındadır. Her yaştan insanın eğitim aldığı ahi zâviyelerinde Ahiler; insanlara eğitim hizmeti sunma konusunda ‘yaş’ı bir ölçü olarak almamış, eğitimi beşikten mezara kadar devam eden bir süreç olarak görmüşlerdir.12
Zâviyeler özel izinleri ile derbendler gibi görevler de yapmışlardır. Dervişlerin ıssız ve tenha yerlerde (jandarma karakolu gibi) kurdukları tekke ve zâviyeler tesis ettikleri yerlerde âyende ve revendeye (gelip gidenlere) hizmet edip, aynı zamanda derbend bekleyerek asayişin temin edilmesine de gayret ediyorlardı.2
387 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (937 / 1530) II’ye göre Kazâ-i Canik (Cihet-i Kazâ)’da 1 zâviye mevcuttur. Canik Livâsı’nda Abdullâh Halîfe, zâviyedâr (s. 611) ve Ünye – derbendi râhı bahisleri geçmektedir (Ünye derbendi râhı, Ünye kz., Canik l., Rum vt.: TD 387/635).13
1530 tarihli muhasebe defterinin ÜNYE kazâsı ile ilgili kısmında “zâviye-i Şeyh Habil, hâsıl 1” diye kısa bir atıfta bulunulmuştur (TT, nr. 387, s. 641 – 645). Ünye yöresinde yol hizmeti veren zâviyeler ve gelirleri 1530 tarihi itibarıyla şöyledir: Ünye / Kozan’daki Tirmedos Câmii’nde mülâzımân / Ünye – Akkuş yolunda âyende ve revendeye hizmetle görevli Şeyh Halil Zâviyesi’nin (TT 1455) geliri 200 akça, gene Ünye – Akkuş yolunda âyende ve revendeye hizmetle görevli Şeyh İshak Zâviyesi’nin (TT 1455) geliri 300 akça’dır.3
Tirmedos ile Kozan arasında bulunan Doğanece köyündeki Şeyh İshak Zâviyesi ile Kozan köyündeki Şeyh Halil Zâviyesi şeyhlerinin (TT, nr. 387, s. 663, 686) hem Ünye Kalesi Câmii’ndeki görevlerine ve hem de yolculara hizmet ettikleri hususuna dikkat çekilmiştir. Din adamlarının görev dağılımı, aslında kalenin sahildeki misyonunu göstermektedir.3
1547 tarihinde yazılan Tahrir Defteri’nden, son elli yıl içinde Ağfatma’da Bektaşoğlu Derviş Hasan Zâviyesi’nin kurulmuş olduğunu öğreniyoruz. Kuruluş gerekçesi, buraların tehlikeli ve güvenliksiz bir bölge olması hasebiyle bu tehlikeli yerlerin korunması düşüncesidir. Padişahın hükmü gereğince bu yazımda da Defter’e kaydedilmiştir. Mâlikâne gelirleri zâviyeye tahsis edilmiştir. Orada bulunan görevliler bu gelirle gelene gidene hizmet edeceklerdir. Zâviye’de buranın kurucusu Bektaş oğlu Hasan’dan sonra oğulları Derviş Bayezid ve Emrullah görev yapmışlardır. 1547’deki görevliler ise Bayezid’in oğulları Ali ve Hasan ile amcaları Himmet’tir (BOA, TD 255: 288a). 1613’te de zâviye bu sonuncuların çocukları ve torunlarının elinde idi (BOA, TD 169: 200a). Bu örnekte de görüldüğü gibi zâviyeler sadece dinî kurumlar değildi, sosyal ve kültürel işlevleri vardı.5
Eskipazar’a tekabül eden ve bölgenin en kalabalık köyü olan Nefs-i Ordu’da 1547 tarihinde ilk kez iki kişi zâviyedâr kaydedilmiştir. Bunlar Ali oğlu Şeyh İbrahim ile oğlu Ali şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca Mevlâna Ali Fakih, Mevlâna Musa ve Mevlâna Yusuf gibi ulemâdan kişilerin varlığından söz edilmesi (TT, nr. 255, s. 305), dinî ve kültürel bakımdan buranın giderek merkezî bir niteliğe büründüğünü göstermektedir.3
Turnasuyu’ndaki Abdal Zâviyesi’yle ilgili ve II. Selim Dönemi’ne ait (1566-1574) başka bir arşiv belgesinde, bu zâviyedeki zâviyedarlârın “fâtih-i vilâyet olanların evlâdı”, yani bölgeyi fethedenlerin çocukları oldukları ve gelip gidenlere (âyende ve revende) hizmet ettikleri açıkça ifade edilmektedir.5
Kuh-ı Karakuş Nahiyesi – 1574 tahririnde Müsellem ve Etrak cemaatlerinin bölgesi olarak zikrediliyor. Erbaa’nın kuzeyindeki Çarşamba’nın güneyindeki dağlık alanı ifade eder. Bir haritada Ünye ile Niksar arasındaki bölge olarak belirlenmiştir. Burada Firuz Ağa Medresesi ile Amasya’daki Ali Bey Mescidi ile II. Bayezid imaretinin vakıfları vardır (Karakuş vakıfları üzerine bkz. İslamoğlu-İnan, s. 165-166).13
Vergi vermeyen bu gruplardan birisi, müsellemlerdi. Bunlar harp zamanı sefere katılan, diğer zamanlar topraklarında ekip biçen kişilerdi. Sırayla sefere giderlerdi. Geride kalanlar, gidenlere yamak olur ve onlara harçlık vermekle yükümlü bulunurlardı. Bunların Ordu bölgesinde toplam nüfus içindeki oranları 1455 – 1613 yılları arasında yüzde on ile yüzde yirmi dört arasında değişmiştir. Bu artışın sebepleri arasında zâviyedarların çocuklarının da müsellem yazılmaları vardır (Müsellem; Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde, barış zamanı tarımla uğraşan, savaş zamanı sefere katılan; kapıkulu ocaklarının kurulmasından sonra da bir süre geri görevlerde eyâlet askeri olarak kullanılan; buna karşılık kimi vergilerden bağışık tutulan bir sınıf atlı asker – TDK). Bu her iki grup da bölgeyi fethedenlerden müteşekkildi. Çünkü Tahrir Defterlerinde müsellemlerin, “tutageldikleri kadîmlik yurtlarıyla eşer eşküncü” oldukları belirtilmektedir. Bu ifadelerden fetihten beri bu görevle yükümlü bulundukları anlaşılmaktadır. Şeyh denen zâviyedârların da bölgenin iskânı ve Türkleştirilmesinde oynadıkları rol bilinmektedir. Stratejik mevkilere kurulan ve genelde vakıflarla desteklenen zâviyeler, geleni gideni ağırlayan misafirhaneler, haberleşme merkezleri ve kültür evleri olarak hizmet görmüşlerdir. Buraların kurucusu olan şeyhlerin yatır hâline gelen mezarları, halk tarafından bugün bile ziyâret edilen kutsal mekânlar olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Halkın her yıl şölenler düzenlediği, Ulubey’in Şeyhler köyündeki köye adını veren Şeyh Abdullah ve Kabataş Kuzköy’deki Şît Abdal Türbeleri bunlardan sadece ikisidir. Arşiv kayıtlarına ve bölge üzerinde yapılan folklor araştırmalarına göre fetihten XIX. yüzyıla kadar elliye yakın zâviye Ordu yöresinde görev yapmıştır.5
Vergi muafiyetinden yararlanan bir zümre de elmu’âfiye genel adıyla anılmaktadır. Bunların belgelerde kadîmlik yurtlarıyla muaf oldukları belirtilmiştir. Bunlar arasında, şeyh, zâviyedâr, imam, emekli sipahi, yaralı, sakat, fakih, fakihoğlu, şeyh, şeyhoğlu, zâviyedâr veya zâviyedârzâdegân, kethüda veya kethüdâoğlu, duacı ya da bu zikredilenlerin hizmetinde çalışan kişiler vardır. Ayrıca imam, hatip, hafız ve şeyhlerden oluşan ve mülâzım-ı câmi’ denilen din görevlileri, cema’at-ı ulemâ ya da cemaat-ı Hilmi Dede diye adlandırılan ve din ya da eğitim hizmeti gören kişiler de vergiden muaftırlar. Şeyhlerden ve zâviyedârlardan kısaca bahsetmiştik. Bunların hepsi de bölgenin fethine katkıda bulunan kimseler ve onların halefleridir. 1455’te toplam nüfus içindeki oranları yüzde yirmi civarındadır. Hepsi de topluma sosyal ve kültürel hizmet sunmaktadırlar. Vergiden muaf oluşlarının sebebi budur.5
XV. ve XVI. yüzyıllarda düzenlenen tahrir defterlerinde hakkında detaylı bilgi bulunan zâviyelerden ancak birkaçı 1642 tarihli deftere konu olabilmiştir. İlerleyen yüzyıllarda göçler nedeniyle demografik yapıda yaşanan değişme de bu kurumların unutulmasında etkili olmuş; Ordu yöresinde yaşamış olan dervişlere, kurdukları vakıflara ait tevatür havuzu da giderek yok olmuştur (Nedim İPEK, “Kafkaslar’daki Nüfus Hareketleri”, Türkiyat Mecmuası, İst., 1997, C. XX, s. 280). Bu yüzden hinterlandımızda faaliyet gösteren zâviyeler hakkında doyurucu bilgi temini de mümkün olamamıştır.3
Kuzköy’de yatırla ilgilenenlerin asırlardır muhafaza ettiği on adet vesikadan dokuz tanesi, 1687 – 1814 yılları arası tarihlerini taşıyan ve tımar sahiplerinin zâviyenin vakıf arazilerine yaptıkları müdahaleleri önlemek için bölgenin kadısına gönderilmiş olan fermanlardır. Bu belgelerden bazılarında tekkenin adı Şeyh Halil Zâviyesi olarak geçmektedir. Daha sonraki bazı resmî belgelerde söz konusu tekke “Zâviye-i Emirhan” adıyla anılmaktadır. Bu adın, 1547’de zâviyenin şeyhi olan Emirhan’dan geldiğini biliyoruz. Horasan erenlerinden ve Abdalân- ı Rum’dan biri olduğu anlaşılan Şit Abdal, işte bu anlayış içinde Kuzköy’e geliyor, zâviyesini kuruyor, cömertliğiyle şöhret bulmuş Hz. İbrahim gibi sofrasını gelene gidene açıyor; yine yukarıda belirtilen anlayış içinde, çevresindeki müridler, köyün vakfa dönüştürülen malikâne hissesi üzerinde çalışarak zâviyeye gelir temin ediyorlar. Zâviye böylece, ara sıra bazı güçlüklerle karşılaşsa da geleni gideni ağırlama işlevini, nesilden nesle yirminci yüzyıl başlarına kadar devam ettiriyor. Kuzköy yatırında bölgenin fatihlerinden biri yatıyordu. Bu, halkın sandığı gibi Şeyh Halil değil, fakat Şit Abdal’dı. Köyde zâviye vardı ve köyün malikâne hissesi buranın vakfıydı. Gelen giden misafir edilir ve ulaşımın sağlanmasına yardımcı olunurdu. Bu zâviye bir nevi kültür eviydi. Ancak, Osmanlı Devleti’nin çöküşüne paralel olarak, zâviye tıpkı diğerleri gibi işlevini kaybetmiş, yıkılmış ve bir ulu ağacın altında, kendisinden şifa umulan ve çaputlarla kaplanmış olan bir yatır haline gelmişti.5
Muhteva ettiği bilgiler bakımından önemli bir kaynak olan vilâyet salnâmeleri dinî hayat bağlamında ele alındığında da kayda değer veriler sunmaktadır. Bir salnâmede dinî hayata dair elde edilebilecek bilgiler açısından bakıldığında Müslim – Gayrimüslim nüfus, merkez naibi, merkez müftüsü, Rum Metropolidi, Katolik Murahhasası, Ermeni Murahhasası, mahkeme-i şeriye kalemi kâtipleri, müderrisler, merkez vilâyet fetvahanesi görevlileri, din muallimleri, hafızlar, evkaf komisyonu üyeleri, kaza naibleri, kaza müftüleri, kazaların gayrimüslim temsilcileri, vilâyet dâhilindeki türbe, ziyâret benzerî kutsal makamlar, câmi, fetvahane, mescit, tekke gibi dinî yapılar, imam ve hatip sayıları gibi başlıklara ulaşılabilir. Ayrıca salnâme hazırlayıcıların ifadeleriyle vilâyetin dinî yapısı hakkında da bir fikir edinmek mümkündür. Salnâmelerde adı geçen makamat-ı âliye, türbeler ve ziyâret makamları da gerek halk kültürü gerekse bölgenin Türkleşme – İslâmlaşma süreçlerini yansıtması bakımından büyük önem arz etmektedir.14
Trabzon Vilâyeti Salnâmeleri (TVS), H. 1286 verilerine göre Canik Sancağı’nda 119 Medrese, 50 Müderris, 449 Câmi, 223 Mescit, 48 Tekke, 364 İmam, 442 Hatip, 330 Kilise ve 399 Rahip vardır.14
TVS verilerine göre, Ünye kazasında Kadirî ve Nakşibendî tarikatlarına mensup tekkeler de vardır. Ünye’deki medreselerin kuruluş bölgeleri ise Taflanak, Kurna, Tekkiraz ve Karakuş’tur.10
Aşağı yukarı yer adlarının %3’ünü de dinî kuruluş veya temalar teşkil ediyor. Birkaç örnek vermek gerekirse, bunlar arasında Akça-kilise, Şeyh-lü, Tekye-pınarı, Zâviye-i Şahkulu gibi yer adları sayılabilir.5
H. 1286 / M. 1869 yılı TVS’ye göre Canik Sancağı’ndaki sıbyan mektepleriyle câmi, mescit ve diğerlerinin hülâsası şöyledir (TVS, 1286 / 1869, s. 76 – 77): Miktar-ı talebe-i ulûm: 889, Medaris-i ilmiye: 119, Müderrisîn (müderrisler): 50, Cevami (câmiler): 449, Mesacit (mescitler): 223, Tekaya (tekkeler): 48, Eimme (imamlar): 364, Huteba (hatipler): 330, Kilise: 383.10
Zâviyelerin iskân hareketlerini etkilediğini düşündüğümüz bir başka alan ise zâviyelerin eğitim kurumu olarak bulundukları bölgede faaliyet göstermesidir. Türklerin Anadolu ve Balkanlara yerleşmesi esnasında eğitim kurumlarının tam olarak teşekkül edemediği dönemlerde, zaten fetih ve iskân hareketlerinin bir adım önünde giden bu gönüllü tasavvuf erbabının, büyük oranda göçebe ve yarı göçebelerden oluşan kitlelerin eğitim ve kültür hayatlarının gelişmesinde önemli bir boşluğu doldurdukları söylenebilir (Savaş, “Zâviyelerin Türk Kültürünün Gelişmesindeki Rolü”, s. 73).2
1984 yılında, yörenin en yaşlılarından biri olan Salih Emilli Sayın YEDİYILDIZ’a, bu bölgede doruklar üzerine kurulmuş zâviyelerin eskiden ateş yakılarak haberleşme işlevi görmüş olduğunun rivayet olarak nakledildiğini anlatmıştı. Örnek olarak da Kargu’nun kuzey doğusunda bulunan Gülbahçe’de Şeyh Ali, doğusunda yer alan Kuzköy’de Şeyh Halil, Borta’da Gedik Evliyâsı da denilen Şeyh Ahmet, Kutlular’da Kutludoğmuş Baba Zâviyelerini ve benzerlerini vermişti. Bunların birbirleriyle ateş yakarak haberleştiklerini ve halkı uyardıklarını söylemişti.5
Hoşkadem, Alifakı, Beğler ve benzerî adlarını hatırladığımız ya da hatırlamadığımız fakat mezarları ziyâret yeri hâline gelen evliyâ yatırları, eski mezarlıklar ve şehitlikler, bize yörenin fethi dönemlerinden kalan tarihî hâtıralardır. Hele bu yazıda ele aldığımız Kargu (Ateş Kulesi) ve izleri yatır olarak günümüze ulaşan zâviyeler, yer ve şahıs adları olmaktan da öte, başlı başına çok önemli tarihî iki kurumdur. Fetih yıllarının askerî stratejisi açısından, Türkistan’dan beri bir haberleşme aracı olarak kullanılan Ateş Kulelerinin ve aynı sistem içinde yer alan zâviyelerin anılarını yansıtmaktadırlar.5
Salih Emilli’nin bana bahsettiği sonradan yatır hâline gelmiş olan zâviyeler şunlardı: Ağfatma’da Şeyh Hasan Dede, Kuzköy’de Şeyh Halil, Belen – Karay arasında Gülbahçe’de Şeyh Ali, Kutlular’da (Yaras) Kutludoğmuş Baba, Borta’da Gâşak Dağı’nın tepesinde Gedik Evliyâsı denilen Şeyh Ahmet, Bağdat’ta Hasan Dede, Reşadiye’de Cem Ali Baba (Dimi Tekkesi), Toygar’ın üstünde Kabaktepe Evliyâsı, Perşembe Yaylası Kümbet’te Karga Tepesi Evliyâsı, Zırbon’da Zorlu Baba, Kayadibi’nde Kürklü Baba. Ayrıca Salih Emilli, tarihî Çon mezarlığının Sevdeşlü’nün Alaca Mahallesi’nde bulunduğunu, Kuzköy’de Şit Abdal’ın metrukâtının bu köyün Kazan Mahallesi’nde oturan ve Sofu’nun Osman denilen Osman Tiryaki’de olduğunu, Hanut’ta (Alpagöz=Ardıç) Rumların oturduğunu anlatmıştı. Ona göre, eskiden Karay, Belen, Hoşkadem, Alpagöz ve Eceli’de maden çıkarılıyormuş.5
Osmanlı yol sistemi içinde dikkat çeken kurumlardan zâviyeler, bilindiği gibi sözlükte küçük tekke anlamına gelir. Bununla birlikte, kervansarayların olmadığı yerlerde, dar geçitlerde ve derbentlerde konaklama yapılan mekânlar olarak da tanımlanabilir (M. Zeki PAKALIN, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst., 1983, III, s. 648). Bölgemizde bugün de izine rastlanan küçük kaleler, genellikle derbend hizmeti amacıyla inşâ edilmiştir. Bu yüzden tahrir defterlerinde kale imlâsıyla kaydedilmiş olsalar da “râh-ı derbend-i Ünye” örneğinde olduğu gibi asıl fonksiyonları yolların güvenliğini sağlamak ve bünyesinde derbendci istihdam etmek olmuştur. 1455 tarihli tahrir defterine göre kalede 1 dizdar, 2 mülâzım-ı câmi, çok sayıda muhafız ve derbân (kapıcı) vardır. Ayrıca kale ile irtibatlı iki adet zâviyenin varlığına da işaret edilmiştir (MC, nr. 81, s. 3 – 121). TT, nr. 387’ye göre 1530 tarihinde Ünye Kalesi’nde 1 dizdar, 1 kethüda, 29 merdân, 1 imam ve 1 mehterân mevcuttur. 1530 tarihli muhasebe defterinde Ünye Kalesi’nde 7’si derbend muhafızı, 8’i hizmetkâran ve 32’si de merdân-ı kale olmak üzere toplam 47 neferin istihdam edildiği; bunların yıllık iaşesinin civarda bulunan 15 köy ile bir mezradan sağlandığı belirtilmiştir.3
Tarihî Ünye – Akkuş – Niksar yolunun kuzeyinde en çok dikkat çeken yapı, bugünkü Kaleköy’de bulunan Ünye Kalesi’dir. Kale, Karadeniz’deki derbent yapılarının tipik örneği olarak kabul edilebilir. Eski belgelerde “râh-ı derbend-i Ünye” şeklinde konu edilen Ünye Kalesi’nin (TT, nr. 387, s. 635) yolların, çevre köylerin güvenliğini sağlamak bakımından mühim bir rol üstlendiği anlaşılmaktadır.3
İstanbul’u Trabzon’a bağlayan bir anayolun Bolu ve Gerede’den sonra Bayındır’dan sola saparak Hacılar üzerinden Kastamonu’ya ulaştığını, Taşköprü, Boyabat, Alaçam, Bafra, Samsun, Ünye, Fatsa, Ordu ve Giresun üzerinden Trabzon’a vardığını biliyoruz. Canik Dağlarının iki yakasında birbirine paralel olarak giden iki yol, elbette o günün imkânlarına göre tâli yollarla birbirine bağlanmıştı. O günün şartları içinde, söz konusu bu yollardan ve üzerindeki derbent ile zâviye gibi sosyal tesislerden yararlanarak, o günün ulaşım vasıtalarıyla, özellikle atla, o günün Aybastılıları ve Kabataşlıları, bütün Karadeniz Bölgesi halkı gibi bu çetin coğrafya üzerinde rahatlıkla dolaşabiliyorlardı; dolayısıyla kendilerini tabiata hâkim hissedebiliyorlardı.5
Ünye Kalesi’nden başka önemli bir menzil noktası da belgelerde “Karakuş Kalesi” diye geçen derbend yapısı olmalıdır. 1455’te ahi dervişlerinin Karakuş Kalesi mülâzımlarına gelir olarak yazılan köylerdeki varlığı da dikkatlerden kaçmamaktadır (MC, nr. 81).3
Adak yeri ve yatır olarak bilinen yerlerin, Ö.L. BARKAN’ın ‘kolonizatör Türk dervişleri’ diye adlandırdığı Abdalân-ı Rûm tarafından kurulmuş ve zamanın kültür evleri olarak nitelendirebileceğimiz zâviyelerin ve kurucularına ait türbelerin bulunduğu yerler oldukları açık ve kesin bir şekilde ispat edilebilmektedir. Tespit edebildiklerimizden sayıları elliye yaklaşan bu zâviyelere birkaç örnek vermek gerekirse, bunların en önemlileri arasında şunları sayabiliriz:
Ordu – Giresun arasında sahilin iç kesimlerinde yer alan Turnasuyu’nda Abdal, Şıhlı’da Şeyh İdris, Yavuzkemal’de Şeyh Mustafa, Akköy Sandalbükü’nde Hasan Dede, Perşembe Ağcaova’da Şeyh Nebi Fakih, Ulubey’de Şeyh Abdullah (Şeyhler’de), Gölköy’de Şeyh İman Dede (Şıhman’da), Abdullah Halife (Karagöz’de), Aybastı’da Şitlü Dede / Şit Abdal (Kuzköy), Kutlu Doğmuş (Küfü), Derviş Hasan veled-i Bektaş (Akfatıma), Şeyh Halil veled-i Şeyh Ahmed (Borta), Şeyh Osman (Hisarcık), Reşadiye’de Cimi Dede, Şahkulu Abdal, Abdal Bayezid, Şahruh Abdal ve Mirza Abdal vs.5
Samsun’daki Hazinedar-zâde Süleyman Paşa Mektebi: 1757 numaralı sicile göre mektebin geliri Koşumlu, Kıran ve Badırlı köylerinin üçte bir malikâne aşarının Molla Fahrüddin Zâviyesi zâviye-dârları ile sıbyan muallimleri arasında eşit paylaşımından oluşmaktadır.15
Vilâyet salnâmelerinde Trabzon vilâyetindeki gayrimüslim ruhanî reislerin etki alanları belirtilmiş “devair-i ruhaniye” olarak tarif edilmiştir. Buna göre Trabzon Rum Metropolitliği 4 ser piskoposluğa ayrılmıştır. Birincisi Hopa, Tirebolu, Giresun, Ordu kazalarıyla Trabzon sancağıdır. İkinci kısım Gümüşhane sancağı olup üçüncü kısım Samsun, Çarşamba, Bafra kazalarından, dördüncü kısım da merkezi Niksar olmak üzere Ordu, Fatsa, Ünye, Terme kazalarından ibarettir.14
Trabzon Vilâyet Salnâmelerinde dinî bürokrasi içerisinde isimleri geçen görevlilerden Ünye, Fatsa ve Terme’deki ilmiye mensupları, müderris, müftü ve naipler şunlardır: Devriye Müderrisi, Hacı Yusuf Efendi, Ünye, (C. 19-20), Devriye Müderrisi, Hamza Ahmedzade Yakup Efendi, Ünye, (C. 19-21), Devriye Müderrisi, İzzet Kadızade Efendi, Ünye, (C. 20-21), Devriye Müderrisi, Sabri Efendi, Ünye, (C. 20-21), İlmiyeden, Feyzullah Efendizade Nuri Efendi, Ünye, (C. 19), İlmiyeden, Kerim Efendizade Feyzullah Efendi, Ünye, (C. 19-21), Müderris, İzzet Kadızade Kemal Efendi, Ünye, (C. 20-21), Müftü, (Hacı) Hasan Efendi, Ünye, (C. 13-14), Müftü, Mahmud Hamdi Efendi, Ünye, (C. 22), Müftü, Mehmed Efendi, Ünye, (C. 11, 12), Müftü, Mehmed Rafet Efendi, Ünye, (C. 4), Naib, Ahmed Nesib Efendi, Ünye, (C. 4), Naib, Devriye Müderrisi, Ali Enver Efendi, Ordu, Ünye, (C. 17-19), Naib, Hacı Salih Efendi, Ünye, (C. 18); Devriye Müderrisi, Halil Sıdkı Efendi, Fatsa, (C. 21), Devriye Müderrisi, Hocazade Halil Efendi, Fatsa, (C. 19-20), Müftü, Devriye Müderrisi, Tevfik Efendi, Fatsa, (C. 17-21), Müftü, Hacı Mehmed Efendi, Fatsa, (C. 12), Müftü, Hocazade Tevfik Efendi, Fatsa, (C. 19), Müftü, Mustafa Efendi, Fatsa, (C. 14), Naib, Mehmed Hilmi Efendi, Fatsa, Çarşamba, Terme, (C. 15, 17, 22), Naib, Mustafa Fevzi Efendi, Fatsa, (C. 18), Müftü, Ziya Efendi, Terme, (C. 11 – 12), Naib, Mehmed Hilmi Efendi, Fatsa, Çarşamba, Terme, (C. 15, 17, 22), Naib, Mehmed Rasıh Efendi, Terme, (C. 16).14
Hicrî 1286 (M. 1869) tarihli TVS’ye göre vilâyet dahilindeki bazı yerleşimlerde bulunan dinî yapılar şöyledir: Bucak kazası 58 Câmi, 4 Mescit, 7 Medrese, 21 Kilise; Perşembe nâhiyesi 39 Câmi, 6 Medrese, 2 Kilise; Maa Ulubey Hapsemana nâhiyesi 40 Câmi, 3 Mescit, 3 Medrese, 4 Tekke, 26 Kilise; Aybastı nâhiyesi 13 Câmi, 1 Medrese, 3 Tekke, 5 Kilise; Terme nâhiyesi 48 Câmi, 1 Mescit, 1 Medrese, 4 Kilise; Ünye kazâsı 6 Câmi, 49 Mescit, 2 Medrese, 1 Tekke ve 9 Kilise; Fatsa nâhiyesi 71 Câmi, 1 Mescit, 5 Medrese, 11 Kilise; Bolaman nâhiyesi 27 Câmi, 4 Mescit, 30 Medrese, 6 Kilise; Karakuş nâhiyesi 20 Câmi; Niksar nâhiyesi 17 Câmi, 41 Mescit, 54 Medrese, 1 Tekke ve 12 Kilise.16
Ünye Tekkesi: Karadeniz kıyısındaki Ünye kasabasında eskiden iki tekke vardı. Şu anda, on beş bine yakın nüfusu bulunan Ordu ilinin bir ilçesi olan bu kasabamızda, Bektâşîliği yaymak ve yerleştirmek için kurulmuş olan tekkeler, Türklüğe hizmet eden birer kuruluş olarak zamanlarında büyük himmetler ve hizmetler etmişlerdir.17 Ünye Vaizi Arif Efendi uzun yıllar Ünye’deki Nakşi Tekkesi Mürşitliği’ni ve Şeyhliğini yapmıştır.18 Yıl 1886’yı gösterirken II: Abdülhamid Han Yusuf Bahrî Efendi’ye müderrislik mazbatası verir. Bu mazbata Yusuf Bahrî Efendi, Süleymanpaşazâde Sadullah Bey Vakfı’nın idare başkanlığını ve müderrisliğini Ünye’ye döndüğünde tasavvufî faaliyetlerini Ünye Nakşi Tekkesi’nde devam ettirir.1
Bir Keramet Menkıbesi: Bir sonbaharda köyüne giden Hacı Yusuf Efendi annesinin karşı tepeye bir nûr düştüğünü söylemesi üzerine, kendisiyle görüşmeye gelen Cini Bağdat’ın Tekke Şeyhi Hacı Mehmet Efendi’yi de yanına alarak o tepeye gitmiş. Oradaki büyük bir ağacın altında yatan bir şehit olduğunu söyleyerek, o ağacın civarındaki araziyi satın almış. Kumarlı Tepe denilen bu yere bir medrese ve bir câmi yaptırmış. Yazları talebelerini alarak burada eğitime devam edermiş (Ne yazık ki bugün o medresenin sadece temelleri kalmıştır).18
Tekke (Kargalı) Câmii, Ünye-Samsun Devlet Karayolu’nun Samsun istikameti 3. km’sinde 30 km içeride yer alan Çaybaşı ilçesine bağlı ve 3 km mesafedeki Kargalı Mahallesi’nde yer alan bu câmi ve mektebi, yapım tarihleri ve inşâ biçimi olarak Çaybaşı Çayır Câmii’ne benzemektedir. Her iki câmi ve mektebin ne zaman ve kim tarafından yaptırıldıkları kesin olarak bilinmemektedir. Çayır Câmii şadırvanı üzerinde yer alan H. 1281 ve H. 1288 / M. 1864–65 ve M. 1871 tarihlerinden, her iki câminin de bu tarihlerde inşâ edilmiş olabileceğini düşündürmektedir. Doç. Dr. Ahmet Ali BAYHAN’ın tespitine göre plân düzeni ve harimde kadınlar mahfilinde yer alan süslemeler dolayısıyla Kargalı Câmii, XIX. yüzyılın ikinci yarısına tarihlendirilebilir.19
1888 tarihli Trabzon Vilâyeti Salnâmesi verilerine göre Ünye kasabasında bir bab mekteb-i rüşdiye olup, doksan şakirdanı vardır. Dahil-i kazada seksen beş adet mekatib-i ibtidaiye mevcut olup, şakirdanı dokuz yüz yetmiş üç neferden ibarettir. Yetmiş beş bab cevami ve mesacid-i şerife ile iki tekye, iki han, üç hamam, kırk bir kahvehane ve dört yüz üç bab dükkânı dahi vardır (Emiroğlu, Kudret, TVS, 13. Cilt, Temmuz 2002, sh. 588 – 593).
1892 tarihli Trabzon Vilâyeti Salnâmesi verilerine göre Ünye kasabasında bir bab mekteb-i rüşdiye olduğu gibi dahil-i kazada müteaddid mekatib-i ibtidaiye dahi vardır. Kaza-yı mezkûr yetmiş beş bab câmi ve mescid-i şerif ile iki tekye, iki han, üç hamam, kırk bir kahvehane ve dört yüz üç bab dükkânı havidir (TVS, 14. Cilt, Mayıs 2005, sh. 518 – 525).
Hicrî 1322 (M. 1904) tarihli TSV’ye göre vilâyet dahilindeki bazı yerleşimlerde bulunan dinî yapılar şöyledir: Ordu (Kazânın Tamamı) – Mescit / Medrese 143, Tekke 22, Kilise 1, Câmi 9; Terme (Merkez) – Mescit 3, Tekke 1, Câmi 1 / (Mülhakat) – Câmi / Mescit 43, 2 Tekke; Ünye (Kazânın Tamamı) – 67 Mescit, 15 Medrese, 9 Tekke, 1 Kilise ve 15 Câmi; Fatsa (Merkez) – Mescit 3, Câmi 3 / (Mülhakat) – 95 Câmi / Mescit, 5 Medrese, 6 Tekke.16
Samsun Mevlevîhânesi’nde 1 yıl kadar postnişinlik makamında bulunan Hasip Dede Çankırı’ya ta’yin olmuş ve bu sırada yerine vekil olarak Samsun’da Kal’a Mahallesi’nde kayıtlı Ünyeli Şeyh Mâhir Efendi Zâde Hâlit Efendi’yi bırakmıştır (R. 4 Ağustos 1328 – M. 17 Ağustos 1912).20
Yrd. Doç. Dr. Necdet YILMAZ’ın tebliğinde Hala Sultan Tekkesi külliyesinin belgelere dayalı Osmanlı dönemi serencamı ile birlikte İngiliz işgali döneminde burada zâviyedârlık ve şeyhlik yapmış bulunan Ünyeli Musa Kâzım Efendi ele alınmıştır. Musa Kâzım Efendi’nin sülâlesi aslen Diyarbakırlı’dır. Büyükdedesi Musa Ağa Diyarbakır’ın Alipaşa Mahallesi’nden Ünye’nin Tekkiraz kasabası Dizdar köyüne gelip yerleşmiş, bu göçten sonra sülâle “Kürtler” lâkabıyla tanınmıştır. Musa Kâzım Efendi, babası Hasan Efendi’nin dört oğlundan biri olarak 1876 tarihinde bu köyde doğmuştur. 1955 senesinde Türkiye’ye gelerek Ünye’ye yerleşmiş, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geçerek “Türk” soyadını almıştır. 1964 senesinde vefat eden Musa Kâzım Efendi, Ünye’nin Çakırtepe Türbe Mezarlığı’nda, hocası Yusuf Bahrî Efendi’nin yakınına defnedilmiştir. Ünye Belediyesi “Kıbrıslı Şeyh” diye tanınan Musa Kâzım Efendi’nin adını bir sokakta yaşatmaktadır (Kıbrıslı Sokak).21
Genel olarak zâviyeler değerlendirildiğinde Türk kültürünün gelişmesinde olumlu katkılarının bulunduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Zâviyelerin, ilk fetih ve iskân dönemlerinde, medreselerin henüz kurulmadığı ya da medrese tesirinin ulaşamadığı yörelerde toplumun ihtiyacı olduğu hemen her konuda yardımcı olmuştur. Özellikle fethedilen yerlerin elde tutulması, buraların bayındır hale getirilmesi, iskân politikası gereği memleketlerinden göçürülen halkın kendine yeni bir hayat kurmasında etkili olmuşlardır.2
Başlangıçta kıymetli hizmetler veren tekke ve tarikatlar içlerinde bir takım hurafeleri barındırmışlar, devlet eliyle Sünnîliği savunmak üzere kurulan medreseye göre devlete daha mesafeli olurken halka daha yakın ve halk üzerinde nüfuzlu olmuşlardır. Osmanlı tarihinde zaman zaman devlete sıkıntı yaratmışlarsa da Osmanlı bunlara zengin vakıflar sağlamak veya gerektiğinde cezalar vermek yoluyla kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Ancak XIX. yüzyıla gelindiğinde devletin genel gidişi içerisinde tekke ve tarikatlar da bozulmuş, Osmanlı bunları ıslah etmek için Meclis-i Meşâyih kurmuş ve bunu Şeyhülislamlığa dolayısıyla merkezî otoriteye bağlamıştır.22
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde her müessesede açıkça görülen duraklama, gerileme hattâ çöküş, tekke, zâviye ve tarikatlarda da kendini göstermiştir. Teşkilâtların son dönemlerde iyice dejenere olmaya başladığı bilinmektedir. Bozulmaya yüz tutan cemiyet için müspet vazifelerini ifâda yetersiz kalmaya başlayan bu müesseselerin, yavaş yavaş kişilerin dinî duygu ve inançlarını istismarla, bazı kimse ve çevrelerin menfaat etmelerini sağlayan yerler haline gelmeye başladığı kabul edilmektedir. Tarikatlar, tasavvufî hakikatlara ulaştıran yolların dışında, bir takım merasimler olarak algılanmaya başlanmıştır. Bunda zenginleşen vakıfların câzibesi kadar, babadan oğula tekkelerin devredilmesi gibi usullerin de etkili olduğu bilinmektedir.4
Abdalan ve Dervişan topluluklarının Anadolu’daki İslâmî harekete katkıda bulunduğu bir gerçek; ancak Horasan ve Maveraünnehir kökenli olan İslâmî anlayışları net, safi Kur’ân ve Sünnet’e uygun değildi. Arap olmayan kavimlerin Müslüman olmalarıyla birlikte kimi kavmî inanç ve kültür kalıntıları da yeni dine taşınmıştır. İslâm’ın sufî yorumcuları bu ‘karışık – hetorodoks’ yapıya daha fazla müsamaha göstermişler, insanların eski dinlerinden ve kültürlerinden taşıdıkları izleri silip atmak yerine o izlerle Müslüman olmalarına hoşgörüyle bakmışlardır. Yesevî müritlerinin kadın erkek karışık “devran” yapmaları buna örnektir.23
Dervişan veya Abdalan zümresi daha sonra Anadolu’daki “örgütlü devlet”e karşı yapılan tüm ayaklanmalarda ya bizzat başı çekecek ya da içinde muhakkak yer alacaktır. XI. yüzyıl Anadolu sufîliğinin akidedeki bu Kartezyen yapısı daha sonraki yıllarda kemikleşerek gerçek İslâm harici bir konuma oturacaktır. Kartezyen yapıdaki İslâmî olmayan kültürel ve akidevî öğeler İslâmî olanı yiyip bitirecek, başta Şaman inancı olmak üzere Türklerin İslâm öncesi inançlarının İslâmî kavramlarla ifade edildiği bir “ucube” kişilik ortaya çıkmıştır.23
XVI. yüzyılda zâviyeler hakikî fonksiyonlarını tamamen kaybettiklerinden sadece bir takım tarikatlara bağlı müesseseler şeklini almaya başlamışlar, dervişlerin mahiyetinin değişmesi gibi şehirlerin içllerinde Cumhuriyet devrine kadar yaşayan tekkeler kurulmaya başlanmıştır. Tekke ve zâviyelerin kapatılması hakkındaki 20 Teşrinisâni 1341 tarih ve 677 Sayılı Kanun’da her ne kkadar zâviye terimi geçmekte ise de bu sadece küçük tekke anlamında bir ad olarak günümüze kadar gelmiştir. Yoksa hakikî zâviye mefhumu ortadan kalkalı hiç değilse dört yüz yıl geçmiş bulunuyordu.7
Cumhuriyet rejiminin ilânıyla aynı zamanda sosyolojik olarak ilmi esas alan bir asrîleşme ve sekülerleşme hedefi ortaya konmuştur. Bu hedef doğrultusunda, geçmiş düzen içerisinde başat unsur konumunda bulunan İslâm’ın sosyal ve siyasal ilişkileri düzenleyici vasfı geri plânda bırakılmıştır. Bu anlamda halifeliğin kaldırılması, medreselerin kapatılması gibi inkılâpları tekke ve zâviyelerin kapatılarak tarikatların yasaklanması izlemiştir. Burada yapılmak istenen, dinin devlet kurumlarında etkin olduğu bir yapıdan, devletin dini yaşantıyı kontrol ettiği ve kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı tek eliyle yönettiği bir sisteme geçiş yapmaktır. Böylece, her alan gibi dinî alanın kamusal sınırlarını da devlet belirleyecektir.24
Toplum yeni bir enerjiye, yeni bir atılıma gereksinim gösteriyor; çağdaş yaşam, insanları çalışmaya, bu çalışmanın yaşarken ödülünü almaya çağırıyordu. Türbeler ise türbedarlar eliyle ölmüş kişilerin manevî varlığından çıkar sağlamaya çalışılan, çalışmaksızın onlardan medet umulan odaklar haline getirilmişti. Ayrıca tekke ve zâviyelerin başında bulunanlar siyasal amaçlarla ve çoğu kez dini siyasete âlet ederek masum vatandaşları suça yöneltiyorlardı.25
Mustafa KARA, “Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zâviyeler” adlı çalışmasında, ilk aşamada tasavvuf ekollerinin medeniyete kattıklarını gözler önüne sermek gayesini gütmüştür. Eserde tarihî belgeler ışığında, okuyanların aklına birçok soru getirecek hâdiseler de sıralanmıştır. Meselâ; … Cumhuriyet kurulduktan sonra devlet politikasının tekkeler aleyhine giriştiği olumsuz tavır, … mason localarının sonradan açılmasına rağmen tekkelerin hiçbir şekilde açılmasının uygun görülmemesi… okurların kafasında uyanan suallerden bazılarıdır.26
Türkiye Cumhuriyeti artık, şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamazdı. İşte 30 Kasım 1925′te kabul edilen bir yasayla (Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair 677 Sayılı Kanun) tekke, zâviye ve türbeler kapatıldı (Yasa, 13 Aralık 1925 tarihli Resmî Ceride’de yayımlanarak yürürlüğe girdi); türbedarlıklar ile şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik vb. birtakım unvanlar kaldırıldı.25
Bu kapatma ve kaldırma eylemini bazı farklı bakış açıları ise şöyle yorumluyordu: Alevîlik; Tekke, Zâviye, Dergâhlarda örgütlüdür. Tekke ve Zâviyelerin Kapatılmasına İlişkin Kanun’la Alevî dergâhları, ocakları, tekkeleri yasaklanmış, kapatılmış, kitaplıklarına el konulmuştur. Toplum biçimsel olarak Batılılaştırılırken, içerik olarak Sünnîleştirilmiş, Türkleştirilmiştir. Burjuva ulus – devlet paradigmasını temel alan Kemalist Hareket “Tek Ulus – Tek Din – Tek Dil” inşâ etme projesini hayata geçirmiştir.27
Tekkelerin ve tarikatların; oluşturulması hedeflenen yeni toplum yapısına zıt bir görüntü arz etmesi; Şeyh Said İsyanı (İstiklâl Mahkemesi bu nedenle isyan bölgesindeki tekke ve zâviyeleri kapatmıştır)22 örneğinde olduğu gibi dönemin siyasî ortamında devrim karşıtı muhalefetin merkezi konumunda bulunma potansiyeli ve yine ulus devlet yapılanmalarının başat hedeflerinden olan millî birliği çok sayıda farklı tarikatın bulunması dolayısıyla zedeleyici unsur olarak görülmeleri söz konusu kanunun sebepleri olarak ön plâna çıkmaktadırlar.24
Kanunun kabul edilip resmen yürürlüğe girmesiyle uygulama noktasında üç ana husus ortaya çıkmıştır. Bu yapılarda hizmet vermekte olan şeyh, zâviyedâr ve türbedâr gibi görevlilerin durumu, tekke olarak faaliyeti durdurulmuş binaların bundan sonraki alacağı fonksiyon ve bu yapıların arasında tarihî ve kültürel olarak kıymetli olanların içlerindeki değerli eşya ile birlikte akıbeti gibi meseleler ön plâna çıkmıştır. Hizmeti geçmiş kişilerin mümkün mertebe mağdur edilmemesine gayret gösterilmiştir. Bu kişilere maaş bağlanmış ve diğer memuriyetlere yapılan atamalarda öncelik tanınarak hizmetlerinden faydalanılmaya çalışılmıştır. Milleti yekpare kütleleştirme anlayışı çerçevesinde dinî hayat içinde tarikatların getirdiği parçalı yapı ortadan kaldırılırken, dervişler sistem dışına atılmamış, olabildiğince yeni sisteme entegre edilmişlerdir.24
Yine, binalardan da tarihî ve kültürel kıymeti bulunanların korunmasına özen gösterilmiş, içlerindeki değerli eşyalar müzelerde koruma altına alınırken bunun dışında kullanıma uygun olan binalar okul olarak hizmet görmeye devam etmiş, fakat kullanılamaz ve harap halde bulunanların ise satışlarına izin verilmiştir (tüm bu uygulamalar, aslında bu tür unvanları kullanarak halk üzerinde dinsel nüfuz elde edenlere karşı yapılmış bir yasaklama olduğunu göstermektedir)22. Böylece, tarikat ve tekke yaşantısı tarihe intikal ettirilmiş fakat tasavvuf, bir kültür hazinesi olarak gelecek nesillere aktarılmıştır. Ömürlerini adadıkları tekkelerin kapanması dervişlerde elbette manevî bir üzüntü yaratmıştır. Fakat aksiyoner bir tavır göstermemişlerdir.24
Tarih, suyu her gün artan sonsuz bir kuyu gibidir. Aynı zamanda geçmişte yapılmış, şu anda elimizde olan ve fakat istikbâli de gösteren bir dürbündür. Tarih, muazzam bir erken uyarma sistemi olup tarihî olaylardan ders almasını bilmeliyiz. Gelecekte bizi nelerin beklediğinin en iyi falcısı da geçmişte başımıza gelenlerdir. Geçmişin aydınlığından istifade etmeyenlerin bilâkis geleceğin karanlığında kaybolduklarını unutmayalım!

KAYNAKÇA:

1 KARAYALMAN, Mehmet – Ünyeli Taslızade Hacı Yusuf Bahri Efendi, Dila Yayıncılık, Sistem Matbaacılık, İstanbul, 2011, I. Baskı, 656 sh.
2 KARAKUŞ, Ufuk – Osmanlılarda İmaretlerin, Türbe ve Zaviye gibi Dinî Yapıların İskâna Etkileri, Bu Yolda Oluşmuş İskân Birimleri, https://www.academia.edu/33597282/Zaviye_ve_tekke
3 FATSA, Mehmet – Karadeniz’de Zaviyeler (15 – 17. Yüzyıl) / Çoruh – Kelkit Vadisi’nin Kuzeyi, Arı Sanat Yayınları: 266, Araştırma – İnceleme: 68, 1. Baskı, Step Matbaacılık, İstanbul, Ekim 2017, 483 sh.
4 AKTAŞ, Züleyha – Tekke, Zaviye, Tarikatların ve Türbelerin Kaldırılması, T.C. G.Ü. SBE Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, YLT, Ankara, 1998, 173 sh.
5 YEDİYILDIZ, Bahaeddin – Hacıemiroğulları Beyliği’nden Türkiye Cumhuriyeti’ne Ordu Tarihinden İzler, Ordu Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları – 19, Şubat 2018, I. Baskı, Ordu, 361 sh.
6 ANADOL, Cemal – Türk-İslâm Medeniyetinde Ahilik Kültürü ve Fütüvvetnâmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, II. Baskı, Ankara, 2001, s. 72.
7 EYİCE, Doç. Dr. Semavi – İlk Osmanlı Devrinin Dinî – İçtimaî Bir Müessesesi Zâviyeler ve Zâviyeli – Câmiler / Etüdler, 80 sh. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/9000
8 YİĞİT, Arş. Gör. İlker – XVI. Yüzyıl Türkiye’sinde Ahi Adlı Zaviyelerin Dağılışı, Turkish Studies – International Periodical for The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 8/5, Spring 2013, p. 959 – 973, Ankara.
9 SELÇUK, Doç. Dr. Hava – XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nin Alevî Toplumuna Bakışı (Ordu Örneği), Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, 2011/59, sh. 71 – 90. http://www.hbvdergisi.gazi.edu.tr/index.php/TKHBVD/article/view/474/465
10 ARSLAN, M. Abdullah / TOPARLAK, Melek – XIX. Yüzyılın II. Yarısında Ordu Kazası ile Çevresinde Trabzon Salnamelerine göre Müslüman ve Gayrimüslimler Açısından Sayılarla Eğitim – Öğretim, A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED], 44, Erzurum, 2010, ss. 307 – 324.
11 ÇALIK, Ünsal – Giresun Kazası’nın Vilayet Oluşu, 10.04.2015. Yeni Şebinkarahisar Gazetesi. http://www.yenisebinkarahisar.net/kose-yazilari/giresunkazasininvilayetolusu-242.html
12 ÖZKÖSE, Prof. Dr. Kadir – Ahilikteki İş Ahlâkı ve Meslekî Formasyonun Teşekkülünde Tasavvufun Rolü, Uluslararası Ahilikte İş ve Ticaret Ahlâkı Sempozyumu Tebliğleri, Sivas, 2018, ss. 12 – 22.
13 TKGM – Defter-i Mufassal-ı Liva-i Sivas Tıpkı Basım II, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı TKGM Yy. No. 9, Ankara, 2014, 309 sh.
14 KÖKSAL, Yrd. Doç. Dr. Ahmet – Vilâyet Salnâmelerine göre Trabzon’da Dinî Hayat (1869 – 1905), I. Uluslararası Geçmişten Günümüze Trabzon’da Dinî Hayat Sempozyumu Bildiriler Kitabı, II. Cilt, Trabzon BB Yy. No. 112, Kasım 2016, İstanbul, ss. 729 – 746.
15 BEŞİRLİ, Doç. Dr. Mehmet – 19. Yüzyıl’ın Ortalarında Samsun Vakıfları ve Gelirleri, Geçmişten Geleceğe Samsun, 2006, sh. 490/491, GOP Üniversitesi, Fen – Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü.
16 SAYLAN, Şenol / SAYLAN Betül – I. Uluslararası Geçmişten Günümüze Trabzon’da Dinî Hayat Sempozyumu Bildiriler Kitabı, II. Cilt, Trabzon BB Yy. No. 112, Kasım 2016, İstanbul, 746 sh.
17 NOYAN, Bedri – Bektâşîlik ve Alevîlik, Ardıç Yayınları, 2002, 360. sayfa.
18 TOKAÇ, Dr. Mahmut – Hacı Yusuf Bahri Efendi (Rh. A.) ve Sadullah Bey Medresesi, Haftalık ÇAĞRI Gazetesi, Yıl: 11, Sayı: 485 – 489, Tarih: 08.01.1988 – 05.02.1988. http://unyezile.com/medrese.htm
19 İL KÜLTÜR Turizm Müdürlüğü – Tekke (Kargılı) Câmii – Ordu. https://ordu.ktb.gov.tr/TR-130740/tekke-kargili-camii—ordu.html
20 TOPRAK, Gülşen – Samsun Mevlevîhânesi (Konya Mevlânâ Müzesi Arşivindeki Belgelere Göre), Konya, 2010, S.Ü. SBE YLT, 256 sh.
21 KÖSE, Prof. Dr. Osman – Tarihte Kıbrıs (İlkçağlardan 1960’a kadar) II. Cilt, Akdeniz Karpaz Üni., İstanbul, Ekim 2017, I. Baskı, Yayın No. 1, Tak. No. 2, İmak Ofset, 1329 sh.
22 YANARDAĞ, Yrd. Doç. Dr. Ayşe – Tarikat, Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kaldırılmasına dair Devrim Kanunu ve Uygulamaları, I. Uluslararası Tarih ve Kültür Kongresi, 19-22.08.2017, Gaziantep, ss. 145 – 166.
23 PASLI, Uzm. Cemil – Türk Aleviliği, 2006, 144 sh., I. Baskı, (Alıntı: Konya, 2011, 28. sayfa). https://books.google.com.tr/books?id=9mJnDwAAQBAJ&pg=PA28&lpg=PA28&focus=viewport&dq=abdalan+z%C3%BCmresi&hl=tr&output=html_text
24 APAYDIN, Cem – Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları, Yıl: 2017/2, Cilt: 16, Sayı: 32, ss. 149 – 171.
25 ATATÜRK Araştırma Merkezi – Tekke, Zâviye ve Türbelerin Kapatılması, T.C. Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, http://www.atam.gov.tr/duyurular/tekke-zaviye-ve-turbelerin-kapatilmasi
26 SAKAR, Ekrem – Türk – İslâm Medeniyetinin Temel Taşları: Tekkeler ve Zaviyeler, AYRAÇ, 25 Kasım 2011. https://www.academia.edu/20334948/Mustafa_Kara_-_Din_Hayat_Sanat_A%C3%A7%C4%B1s%C4%B1ndan_Tekkeler_ve_Zaviyeler
27 KARMATİ Kiriş Baba – Alevilik’e Yapılan Sistematik Önemli Müdahaleler, http://www.sorunpolemik.com/SP/543/alevilik%E2%80%99e_yapilan_sistematik_onemli_mudahaleler/

Siz de yorum yapın, görüşlerinizi belirtin.

Yazarın Diğer Yazıları

Yazarın tüm yazıları.

Rahmetle Anıyoruz…

12 Ekim 2021 okunma
Merhum Yazarımız M. Ufuk Mistepe’nin Ünye’ye dair yazılarını ve makalelerini yazar arşivinden okuyabilirsiniz. Merhum Yazarımızı rahmetle anıyoruz. Mekanı cennet... Devamını Oku

Canik’te İdarî Yapı ve Osmanlı’da Yenileşme Zarureti (1793 – 1851)

10 Temmuz 2020 okunma
Bu makalede Ünye’nin 1790 – 1850’li yıllardaki idarî yapısı, Doç. Dr. Abdullah SAYDAM’ın 33 sayfalık çalışmasına dayanarak, özet olarak aktarılacaktır. Sultan II. Mahmud, saltanatının sonlarına doğru Orta ve Doğu Karadeniz bölgesindeki idarî... Devamını Oku

Araştırmacılık Terimleri

3 Temmuz 2020 okunma
Ünye hakkında araştırma yapanların ve okuyucularımızın, sıkça karşılaştıkları bazı Osmanlıca Tarih Terimleri’nin anlamlarını bilmeleri, yazılanların anlaşılması açısından önemli bir husustur. Bu itibarla başlangıç olarak ehemmiyet arz eden... Devamını Oku

Ünye Mûsikî Tarihinde Ali Riza Sağman

26 Haziran 2020 okunma
‘Ünye Şarkı ve Türküleri’ kitabımda Ünye Mûsikî Tarihi’ne damgasını vurmuş, tespit edebildiğimiz şahsiyetleri kısaca da olsa tanıtmaya çalışmış idim. Aslında her bir musikîşinasın ayrı ayrı ele alınması icap eder. Başlangıç olmak üzere... Devamını Oku

Satıroğulları Ünyeli Müftü Sülâlesi

19 Haziran 2020 okunma
2017 yılında altı bölüm halinde yayımladığımız “Ünye Müftüleri” adlı yazı dizimizde bir müftü sülâlesinin bu tarihçeye damgasını vurduğunu görüyoruz. Ailenin ahvadlarından Satıroğulları ailesi Keşaplı Sokak’tan komşumuz olurlar. ÖZPAKER... Devamını Oku

Ünye Uğrak Vapurlarını Tanıyalım

12 Haziran 2020 okunma
Su buharı gücüyle çalışan gemileri VAPUR olarak adlandırıyoruz. Önceleri yandan çarklı olarak yaşamımıza giren vapurlar daha sonra günümüzün dizel elektrik tahrik sistemi donanımlı enerji tasarrufu sağlayan modellerine erişinceye değin XIX. yüzyılın... Devamını Oku

Ünye Tarihi, M.Ö. XV Bin Yılına Uzanıyor Mu? – I

5 Haziran 2020 okunma
Kelleroğlu M. Bahattin Bey, kaynak belirtmeksizin; “Ünye, Milât’tan 1270 sene evvel vuku bulan Turuva Muharebe-i Meşhuresi’nden sonra, Karadeniz sahilinde tesis edilmiş müstemlekelerden birisi olup, ismi kadimi (One) veyahut (Oney)’dir.” demişti.1 Ünye’de ilk... Devamını Oku

Kimler Geldi Kimler Geçti ?

29 Mayıs 2020 okunma
Ünye ve hinterlandı tarihî seyir içerisinde birçok kavim ve milletlere ev sahipliği yapmıştır. Muhtelif köşe yazılarımızda dile getirdiğimiz bu kitlesel değişimleri bir arada ve kronolojik düzen içerisinde değerlendirmenin daha uygun olacağını... Devamını Oku

Ünye ve Hinterlandında Oğuz – Türkmen Boyları ve Yer Adları

22 Mayıs 2020 okunma
Makalemizin araştırma konusu 24 ana Oğuz boyu ile Oğuz asıllı Türkmen kabilelerinin Ünye ve hinterlandındaki (Ordu, Fatsa, Terme, Akkuş) bazı yerleşim noktalarıdır. Türkmen boy, bölük, uruk (oymak, öz) ve tirelerinin (oba, aile) adlarını Yrd. Doç. Dr. Aydın... Devamını Oku

Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Sıralamasında Ünye ve Ordu

15 Mayıs 2020 okunma
Ulusal düzeyde ekonomik ve sosyal kalkınma yanında, bölgesel gelişmişlik farklarının giderilmesinde ve ülke genelinde dengeli bir kalkınmanın sağlanmasında il ve ilçeler, temel birimler olarak değerlendirilmek durumundadır.1 İlçelerin, illerin ve bölgelerin... Devamını Oku